Hafız İsmail (25)
Karısı Sedef’in sağlığına kavuşarak köye dönmüş olması hacı Mehmet’i yeniden hayata bağlamıştı. Morali düzelmiş, neşesi yerine gelmişti. Namazlarını oğlunun imamlık yaptığı yukarı camide kılıyor, namazının arkasından da karısını ona bağışladığı için Allah’a hamt ve dua ediyordu. Arada bir yatsı namazından sonra arkadaşları; ipek Seyit, Yörük İbrahim ve sofu Veysel’le yeşil Mehmet’in odasında buluşup sohbet ediyorlardı.
Bazen başını yastığa koyduğu zaman uyuyuverir, bazen de bir türlü uykusu gelmezdi. Uyuyamadığı anlarda hafızasında beliren eski hatıralar adeta vücut bulup karşısına dikilirdi. Uykusuzluğun kol gezdiği böyle bir gecede, unutamadığı rahmetli anası aklına gelmiş ve içini farklı bir duygu sarmıştı. Yorganı omuzlarına çekip, başını yastığa gömdü. Sağa sola dönüp durdu. Gece hava serindi ama o ter içinde kalmıştı. İçinden ah anacığım ah! Diye mırıldandı. Sedefi almaya bir türlü razı olmamış, “O kız bize olmaz oğul” Deyip kestirip atmıştı. Sebebini ise bir türlü açıklamamıştı. Sağın solun; “ O kız her sabah yağ içinde yumurta yer. Dokuza kadar da uyur. Nazlıdır, nazlı.” Dedikleri Sedef’i görmek için eline testisini alıp su doldurma bahanesiyle celalin çeşmesine gidip gelmeye başlamıştı. Bir gün çeşme başında onu görmüş uzaktan izlemekle yetinmişti. Daha sonra içinin Sedefe ısındığını hissetmiş ve kendisiyle konuşmaya karar vermişti. Aradan birkaç gün geçtikten sonra eline testisini alıp tekrar çeşmeye giden anası, Sedefi su doldururken görmüştü. Sevdiği oğlanın anasını karşısında gören Sedef ne yapacağını şaşırmış, utancından pembe yanakları kıp kırmızı olmuştu. Hiçbir şey demeden elindeki testiyi alıp doldurmuş ve ona uzatmıştı. Anası; “Nasılsın kızım?” Dediğinde, ona titrek bir ses tonuyla; “İyiyim.” Diye cevap vermiş, daha sonra da tıpkı bir ceylan edasıyla oradan ayrılmıştı. O an anası içinden hiç söyledikleri gibi değil. Kızın maşallahı var. Diye geçirmişti. Sedefi çok beğenmiş o gün babasıyla konuşup “Deve devirenler” e dünürcü gitmek için haber salmıştı. Tez zamanda düğün dernek kurulmuş ve hacı Mehmet sevdiği kızla evlenmişti. Anlaşılan bu gece de ona uyku haramdı. Düşündükçe güzel şeylerle birlikte üzüntü verici yaşanmışlıkları da hatırlıyordu. Gözünü dahi kırpmadan sabahı yapmış, sabah ezanları okunmaya başlamıştı. Yatağından kalkarak, karısı Sedefin yattığı odaya bir göz attı. Yüklükte duran bakır leğeni yavaşça indirdi. Eline aldığı ibrikle abdestini aldı. Minaredeki nida; “Namaz uykudan hayırlıdır.” Diyordu. Gürültü çıkarmadan, ayak parmaklarının ucuna basarak merdivenlere yöneldi.
Hafız İsmail her sabah ana ve babasının elini öpüp mektebe gitmek üzere evden ayrılırdı. Ardından “Baba” “Baba” Diye bağırıp önüne koşan ve ona sarılmak isteyen oğlundan kaçar gibi uzaklaşırdı. Onu kucağına alıp yanaklarından öpmeyi ve orasını burasını mıncıklamayı çok isterdi ama ne çare; yine töre denilen şey adeta önüne set kurar ve avazı çıktığı kadar bağırırdı; “Hayır kendi çocuğun olsa da büyüklerinin yanında sevemezsin!” Yanında olduğu halde onu sevememek, kokusunu hissedip ona sarılamamak ne yaman bir çelişkiydi. Bunu ne anlamak ne de anlatmak mümkündü. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız..