Osman Uzunkaya
Osman Uzunkaya Hafız İsmail(11)

Hafız İsmail(11)

 

       Hafız İsmail’in sabahtan öğleye kadar topladığı buğday miktarı at arabasını doldurmaya yetmişti. Üst üste istif ettiği buğday çuvallarının tepesine bağdaş kurup oturdu. Oğlu Ömer’i de yanı başına oturttu. Sonra da ata; “Deh, haydi aslanım.” Diye seslendi. Hafiften atın terli sırtına kamçıyla dokundu. At, buğday yüklü arabayı çekmekte zorlanmıştı. Arabanın tekerleklerinden birinin bozuk toprak zemine saplandığını görünce, “Hay Allah!” Diye mırıldandı. Atın yularından çekerek arabayı durdurdu. Arabadan aşağıya inip etrafına bakındı. Oralarda kimsecikler yoktu. İleride oyun oynayan çocuklara seslenip yanına çağırdı. Onlara; “Koşun harmancılara haber verin, hoca emmi yolda kalmış sizi çağırıyor deyin.” Dedi. Çok geçmeden üç dört kişi hafız İsmail’in yanında bitivermişti. Hep beraber at arabasını omuzlayarak tekerleği gömüldüğü yerden çıkarmışlardı. Hafız İsmail, derin bir nefes aldı. Arabaya hızlıca binerek “Bismillah” Deyip atın yularını yavaşça asıldı. Artık at arabayı daha güzel çekiyordu. Buğdayı depo edeceği noda’ya gelmişti. Arabadan tüm çuvalları indirdi. Kan ter içinde kalmıştı. Çuvalları nodanın olduğu yere boşalttı. Kalan buğdayları toplamak üzere tekrar harman yerine doğru yöneldi.

                İki havayı dışındaki bütün buğday hakkını toplamıştı. O iki havayı buğdayı da harman yerinin üst tarafında harmanı bulunan “Köse Seyit” ten alacaktı. Köse Seyit’in yanına gelince arabasını durdurup aşağıya indi. Köse Seyit onu mahzun bir çehreyle karşılamıştı. El sıkışıp hal hatır sorduktan sonra; “Seninki iki havayı” Diyerek elindeki çuvalı Köse Seyit’e uzattı. Köse Seyit çuval alıp hanımına; “Gız Emine!” Diye bağırdı. Aradan baya bir vakit geçmiş buğday hala gelmemişti. Hafız İsmail, etrafı şöyle bir kolaçan etti. Köse Seyit’i elinde çuvalla oralarda gezinirken gördü ve yanına çağırdı. Köse Seyit mahcup bir edayla hafız İsmail’e; “hafız, bu yıl mahsulüm zayıf oldu. Ancak tohumluk ayırabildim.” Dedi. Hafız İsmail, alacağı iki havayı buğdayı almaktan vazgeçmişti. Köse Seyit’in bütün itirazlarına rağmen içinde bir miktar buğday bulunan çuvalı arabadan indirerek yere bırakıp, köse Seyit’e; “Bu ikimizin arasında Seyit Ağabey tamam mı?” Dedi. Sonra da arabasına binerek oradan ayrıldı. Duygulanmıştı, arabayı noda’nın olduğu yere doğru sürerken içindeki burukluğun yüreğini derinden sızlattığını hissetti. Gözleri nemlenmiş, içi bir tuhaf olmuştu.

                Ah o yokluk yok muydu?  Ne çileler yaşatmıştı hafız İsmail’e. Henüz dokuz yaşındaydı. Babası hacı Mehmet; “Gavur mektebi” Bellediği ilk okula onu göndermemiş ve bu vakte kadar hep köydeki hoca mektebinde okutmuştu. Onun aklında oğlu İsmail’i şehirdeki büyük medreselerde okutmak gibi bir düşünce vardı. Sağda solda; ”Ben oğlumu şehirdeki medrese de okutup hafız yapacağım.” Diye laf eder olmuştu. Lakin İsmail’i şehirde okutacak ne parası, ne de onu emanet edebileceği birileri vardı. Bu konuda köyün ileri gelenlerinden olan ve şehirde hatırlı tanıdıkları bulunan tüccar “Yusuf Çavuş”a güveniyordu. Ancak oğlu İsmail’i cebine harçlık koymadan şehir yerine göndermek akıl kârı değildi.  Hanımı kefen param diye biriktirdiği altı liradan bahsedince, hacı Mehmet; “ tamam oldu bu iş, iki lira da ben de var. Sekiz lirayla çocuk bir müddet idare eder.” Diyerek, “Yusuf çavuş” la konuşmaya karar verdi.  (devam edecek)

                Kalın sağlıcakla..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Osman Uzunkaya Arşivi

Bitsin

29 Ağustos 2024 Perşembe 00:03