HAFIZ İSMAİL (35)
İçini efkâr basınca soluğu Yeşil’in Odası’nda alırdı. Odada kendi akranları olduğu vakit muhabbet gecenin bir yarısına kadar sürerdi. Şayet değilse iki lafın belini kırar, çok geç olmadan evinin yolunu tutardı. Evine giderken adına; “Cin öreni” Denilen harabe bir yerin önünden geçerdi. Buraya yaklaşınca içi ürperir, ruhu gerilirdi. İçinde başlayan korku fırtınası bu harabe yerden uzaklaştıkça diner, sonra da kaybolur giderdi. Dört beş yaşlarındaydı. Anası onu bir şey oldu mu elinden tuttuğu gibi buraya getirir, burada oturan “Döndü Teyze” Ye gösterirdi. Döndü teyze onları, yuvasından fırlayacakmış gibi bakan gök gözleriyle karşılardı. Sonrada elindeki çomağı bacaklarına doğru sallar ona; “Otur oraya” Diye bağırırdı. “Döndü aba, çocukta nazar var. Bir kurşun döksen.”Diyen anasının şalvarından sıkıca tutunup ağlamaya başlardı. Anası onu kucağına alıp başını okşar, yanaklarından bir güzel öperdi. Sonrada kulağına; “Kokma kara kuzum bir şey olmayacak.” Diye fısıldardı. O zaman içindeki korku dağılır, rahatlardı. Tepesine gerilen bez parçasının üzerinde tutulan su dolu tasa ocakta kaynatılmış kurşunlar dökülür dökülmez; “Cassss” Diye bir ses duyulurdu. Bu ses ondaki korkunun yeniden alevlenmesine sebep olur ve dizleri titremeye başlardı. Döndü teyze’nin; “Anam bu çocukta nazar var! Hele bakın şu kurşunlara.”Dediğini duyunca kurşun dökme işinin bittiğini anlar ve sakinleşmeye başlardı. Yirmi yaşında kocaman bir delikanlı olmasına rağmen, çocukluğunda yaşadığı bu sahne; “Cin öreni” Denilen yere yaklaşınca belleğinde yeniden canlanıverirdi. Buradan geçerken bu duyguyu yaşayan bir hafız İsmail değildi elbette. Döndü teyze’ye yolu düşen çocukların çoğunda ne yazık ki böyle bir haleti ruhiye mevcuttu. Döndü teyze hiç kimseyi kapısından geri çevirmezdi. Sert mizaçlı, “Dediğim dedik” Bir yapıya sahip olsa da, altın gibi bir kalbi vardı. Üç harflilerle arasından su sızmazdı. Kurşun döker, nazar surelerini bilir ve okurdu. Nefesi keskin’di. Kendisine civar köylerden dahi hasta gelirdi. Yıllar önce vefat eden “Döndü teyze” nin evi, bakımsızlıktan tam bir harabeye dönmüş ve şimdilerde adı; “Cin öreni” Olarak anılır olmuştu.
Hafız İsmail’in askere gitme vakti gelip çatmıştı. Ancak köylüler bu durumdan hiçte hoşnut değildi. Onları ilgilendiren hafız İsmail’in askere gidecek olması değil, mektebin hocasız kalacak olmasıydı. Camiinin imamlığını “Büyük Hoca” yapardı yapmasına ama mektebi kim okutacaktı? Muhtar Ömer Ali ağa ile ihtiyar heyeti bu konuyu enine boyuna konuşmak için Yeşil’in odasında toplandı. Toplantı esnasında mektebin kapanmasını teklif eden Yörük İbrahim’e şiddetle karşı çıkan muhtar Ömer Ali ağa, ses tonunu yükselterek ona; “Olmaz öyle şey.” Diye bağırdı. Karar verilmişti. Mektep açık kalacak, hafız İsmail dönünceye dek talebelerinden biri mekteple ilgilenecekti.
Hafız İsmail’in yüreğine ayrılık hançeri şimdiden saplanmıştı. Her şey bir yana, henüz konuşmaya başlayan biricik oğlu Osman’ı nasıl bırakıp gidecekti. Yeşil’in odasında kendisiyle birlikte askere gidecek olan “Kel Ethem” İn oğlu Mahmut, “Arabacı Musa” nın oğlu Hüseyin, “Sarı Veli” nin oğlu Rafet ve “Garip Osman” ın oğlu Davut ile son kez toplanmış, kendi aralarında gün ağarıncaya dek eğlenmişlerdi. (devam edecek)
Kalın sağlıcakla..