HAFIZ İSMAİL (32)
Sedef ana kocası hacı Mehmet’in kendisine iki çuval buğday karşılığında aldığı mest lastiği görünce şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi. Bir an duygularını ifade edecek sözlerin boğazında düğümlendiğini hissetti. Birkaç kez yutkundu. Keçenin üstünde duran gül desenli mindere oturdu. Mestin birini alıp sağ ayağına götürdü. Sonra ani bir kararla mesti giymekten vazgeçti. Kocası hacı Mehmet’e mestleri uzatarak; “Çoluk çocuk aç biilaç dururken ben bunları nasıl giyerim.” Dedi. Şimdi şaşkınlık sırası hacı Mehmet’e gelmişti. Oysa o karısına mest lastik alabilmek için koca bir gün uğraşmış, üstelik bunun için tam iki çuval buğdayı gözünü kırpmadan satmıştı. Onun düşünceye daldığını gören Sedef ana, kocasının elinden tutarak; “Yanlış anlama ne olur, tabi ki aldığın mestlere çok sevindim, sağ ol! Lakin halimiz ortada. Ne olur bunları şehre gittiğinde iade et, elimiz bollaşınca alırsın.” Dedi. Hacı Mehmet; “Hayır, olmaz hatun. Bu mestler giyilecek.” Diye bağırdı. Sedef ana; “Tamam celallenme.” Diye karşılık verdi. Sinirlenen hacı Mehmet, “Allah, Allah” Diyerek bir hışımla odayı terk etti. Onun sözünün üstüne söz söylemek olur şey değildi. Biricik kocası böyle istemişse o mestler giyilecekti. Başka çaresi yoktu. İçinden, arada bir giyerim. Daha sonra bir köşeye kaldırırım. Böylece mestler de fazla yıpranmamış olur diye geçirdi.
O gün ocakta yemek pişirirken kocası hacı Mehmet; “Mestlerini niye giymedin hatun?” Diye sormuş, o da mırın kırın etmişti. Daha sonra kocasının bu durumdan işkillendiğini anlayınca üzülmüş ve uykuları kaçmıştı. Bir müddet yüreği huzursuzluğun onulmaz sancısıyla kavruldu durdu. Beynini olur olmaz düşünceler sarmaya başladı. Kara kuzusu İsmail’i birkaç ay sonra askere gidecekti. Ona harçlık gerekti. Kocası hacı Mehmet mest lastik alayım diye elde kalan son buğdaylarını da satmıştı. Ne demeli ve ne yapmalıydı? Birilerinden borç bulmak neredeyse imkânsızdı. Çünkü köylünün hali ortadaydı. İçinden geçen şey belliydi. Kocası hacı Mehmet’le konuşacak, henüz pörsümemiş mest ve lastikleri aldığı yere iade etmesini söyleyecekti. Başka çıkar yol yoktu.
Yunus’un ölüsünün bulunduğu gün hafız İsmail’in oğlu aniden hastalanmıştı. Küçük Osman ateşler içinde kıvranıyor ve durmadan ağlıyordu. Baba hacı Mehmet ile oğlu hafız İsmail neredeyse köyün bütün erkekleri gibi Yunus’u aramak için yollara düşmüştü. Onlar dağ bayır Yunus’u ararken ciğer pareleri hastalığın pençesinde inim inim inliyordu. Sedef anayla Fadime gelin talihsiz yavru için ellerinden geleni yapmışlar ancak onun sancısını bir türlü dindirememişlerdi. Ağlamaktan bitap düşen ve bir gün içinde sararıp solan yavrucak neredeyse elden gidiyordu. Sedef ana gelini Fadime’ye; “Ben büyük hocadan yardım istemeye gidiyorum. Birazdan gelirim.” Diyerek koşar adım evden uzaklaştı. Yaşlı olduğu için Yunus’u aramaya gidemeyen büyük hoca, tek başına mangalın başında oturmaktaydı. Sedef ana ona olup bitenleri anlatıp; “Ne olur hocam Allah rızası için bize yardım edin, göz nurum elden gidiyor.” Diye haykırdı. Büyük hoca; “Gel otur kızım. Derdi veren Allah dermanını da verir. Hele bir düşünelim.” Dedi. Sakalını karıştırmaya başladı. Onun sakalını karıştırması hayra alametti.” Sedef kızım sen evine var, git. Ben geliyorum.” diyerek, Sedef anayı evine gönderdi. Eline bastonunu alıp bir sokak ötedeki Boşnak Halil’in evinin yolunu tuttu. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız..