Hafız İsmail (23)
Sedef ananın bünyesi günlerce süren tedaviye cevap vermiş, iyileşme emareleri belirmeye başlamıştı. Doktor her sabah vizite gezerken önce Sedef anaya uğrar hal hatır sorardı. Bir defasında yanındakilere Sedef ana’yı işaret ederek; “Bu hastanın tedavisinde bir mucize yaşadık. Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte.” Demiş, ardından; “ Biliyor musunuz? Bu hanımı hayata hafız İsmail adındaki oğlu ile yeni doğmuş torununun sevgisi bağladı. O bu sayede hayata tutunmayı başardı.” Diyerek sözlerini sürdürmüştü.
Hastane odalarında zaman geçmek bilmezdi. Ah! Aman! Öf gibi lakırtılar hiç tükenmez, şikâyetler hemşirelerin homurtulu seslerine karışırdı. Arada bir kulakları tırmalayan “Hemşire hanım” Nidası koridoru çınlatır ve sonrasında bir telaş başlardı. Nedense geceleri sancılar daha da artar, dertler azardı. Bir gram uyku için ne yapacağını şaşıran hastalar yataklarında durmadan bir sağa bir sola kıvranır dururdu. Kâh oturup kâh kalkarak ve arada bir gezinerek sabahı bekleyenler, nezaretçilerinin “Sabırlı ol biraz, uyumaya çalış, gel yat hele” Gibi uyarılarına pek kulak asmazdı.
Sedef ananın serumuna ilave edilen ağrı kesiciler onu rahatlatıyor ve ağrılarını dindiriyordu. Sedef ana hastanenin ikinci katındaki penceresi çınar ağacına bakan odada çilesini doldururken, kocası ve evinin direği hacı Mehmet ise hastanenin bahçesini evi bellemişti. Çoğunlukla zamanını ona yakın olmak için çınar ağacının altında geçirir, karısı pencerenin önüne geldiğinde ona el sallar, gülücükler gönderirdi. Ziyaret saatlerinde karısıyla uzun uzadıya konuşur her defasında ona; “Hiç merak etme! Yakında taburcu olacaksın. Hayırlısıyla köyümüze döneceğiz.” Diyerek moral verirdi. O karısı Sedef’e inanılmaz bir sevgiyle bağlıydı. Geceleri hastanenin bahçesindeki asırlık çınar ağacının yaşlı gövdesine sırtını verir, içini yıldızlara dökerdi. Yıldızları seyre daldığında hafızasında hala tazeliğini koruyan onunla ilk göz göze geldiği anı hatırlar ve içi inanılmaz bir mutlulukla dolardı. O Karısı Sedef’e ilk gördüğü gün aşık olmuştu. Yüreğine söz geçiremeyince yollara düşmüş ve yana yakıla onu aramıştı. Her fırsatta yolunu gözlemiş ama onu görmek bir türlü nasip olmamıştı. Evlerinin önünden hiç geçmezken günde birkaç kez geçer olmuş, yine de ona rastlamamıştı. Artık günlerini onun hasretini çekerek geçiriyordu. Sevdiği kızın iri badem gözleri ve pembe yanakları hiç aklından çıkmıyordu.
On sekiz yaşını çoktan doldurmuştu. İçinden evlenme vaktim geldi, onunla evlenmeliyim diye geçirdi. Evde kimsenin olmadığı bir zamanda tüm cesaretini toplayarak anasına; “Ana Deve Devirenlerin Ahmet ağa’nın kızı Sedef’e dünürcü gönder. Ben o kızla evlenmek istiyorum.” Deyiverdi. Bu istek anasının hiç hoşuna gitmemişti. Oğlunun yüzüne dahi bakmadan; “O kız bize olmaz oğul” Deyip kestirip attı. Oğlunun kendisine sorduğu, niye ana? Söyle niye olmaz? Sorularına cevap dahi vermeden hızlıca odadan çıkıp ön damına yöneldi. Hacı Mehmet kararlıydı. İkinci kez anasının karşısına geçip; “Ana bundan böyle ne istersen yapacağım. Ne olur babamla bir konuş, ben o kızdan başkasıyla ölürüm de evlenmem.” Diye yalvardı. Anası hacı Mehmet’in bu halini görünce; “Biraz düşünelim hele, bu işler aceleye gelmez ki” Diye modurdandı. (devam edecek)
Sağlıcakla kalınız..