ENSAR’IN KAZANDIĞI İMTİHANI BİZ KAYBETMEYELİM
İnsanlık tarihi göç olaylarıyla, yurdundan ediliş hikayeleriyle ve hicret vakâlarıyla doludur.
Bu hikayelerin bazıları yeni vatan edinişlerle, bazıları yokoluşlarla, bazıları da güçlenip yeniden eski vatana dönüşlerle neticelenmiştir.
Hiçbir göç vakası, sıradan bir olay gibi değerlendirilmemiş ve milletlerin ruhlarında mutlaka izler bırakmıştır. Bu izler tek taraflı da olmamıştır.
Peygamberimiz zamanındaki ilk hicret Habeşistan’a yapılmıştır ve o hicretten tek akılda kalan Kral Necaşi olmuştur. Habeş halkının bu hicret vakasında ismi anılmaz. Sebebi gayet açıktır:
Misafirperverliği gösteren yalnızca Kral Necaşi olmuştur ve insanlık tarihindeki yerini almıştır.
Peygamberimiz zamanındaki ikinci hicret, hepimizin mâlumu olan Mekke’den Medine’ye yapılan göçtür. Bu olayda, Medineli’lerin hemen hemen tamamının misafirperverliği, günümüze kadar gelen ve ilelebet anlatılmaya devam edecek olan vakâlarla gönüllerdeki yerini almıştır.
Medineli’ler zengin insanlar değildi. Olsun olsun iki odalı evleri ve bir küçük bahçeleri vardı. Bu iki odalı eve kabul ettikleri insanlar, birkaç gün konuk edecekleri insanlar değildi.
İki odalı eve gelen, koca bir aile idi. Anne, baba, çocuklar ve kimilerinde büyükanne ve büyükbabanın bulunduğu ailelerdi. Ve bunlar birkaç günlük misafirlik için de orada değillerdi.
Ensar evini açtı, gönlünü açtı, odasını paylaştı ve bahçesini bölüştü muhacir ile. Gelenleri kardeş olarak kabul ettiler ve dünyaya kardeşliği öğrettiler.
Bu hicret vakasından bütün dünya Medineli Ensar’ı tanımıştır. Çünkü misafirperverlik onlarda zirve yapmıştı.
Bu satırları yazışımız elbette bir maksada mâtuftur ve bizi biz yapan değeri hatırlatma gayesini taşımaktadır.
Yanıbaşımızdaki Suriye halkı, vatanımıza sığınmak zorunda kalmıştır ve millet olarak bizi büyük bir imtihana tabi tutmuştur. Şanslıyız ki, sınavımız yeni başlamıştır ve iş işten geçmiş değildir.
Habeş kralı Necaşi olmak da elimizde; esâmesi duyulmayan Habeş halkı gibi olmak da.
Topraklarımızı ikinci vatan kabul edip sığınan insanları yeniden göçe zorlama, ateşe atma, gönülleri yıkma bedbahtlığı da elimizde; gönüllerdeki yerimizi sağlamlaştırmak da.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, kalbinde merhamet çiçeklerini yetiştirmiş ve bu çiçekleri hiçbir zaman soldurmamış bu milletin topraklarında, bu milletin öz evladından tevarüs etmiş bir merhametsizlik olmamıştır
Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, güçlü bir devlete sahibiz ve bu devlet, milletini Ensar’ın katlandığı külfet ile karşı karşıya bırakmamıştır ve Suriyeli kardeşlerimizi devletimiz kendi gücü ve imkanları ile misafir etmektedir.
Bu insanlar mülteci değildir. Çünkü toprakları, bizim dünkü topraklarımızdır ve bizim de vatanımızdır. Günümüz sınırları bizi yanıltmasın.
Yakınen şahit olamasak da, iletişim araçlarından, Suriyeli kardeşlerimiz için bazı çevrelerin ve temsilcilerinin “gitsinler” dediğini duyuyoruz, görüyoruz ve okuyoruz. Bu ifadeler, yaşanan acı olaylarının neticesinde de söylenmiş olabilir, Reyhanlı olayı gibi. Her ne sebeple olursa olsun bunlar, kardeşlik hukukunu dünyaya öğreten bu milletin öz evladından sâdır olan tavırlar değildir.
Müslüman Türk Milletinin hiçbir evladı, kendisine sığınan bir mazlumu hiçbir zaman reddetmedi ve onun derdine bigâne kalmadı. Bundan sonra da böyle olacaktır. Diğergamlık kavramının hakkıyla içini dolduran başka bir millet yoktur çünkü. Evinde misafir odası olan başka bir millet de yok.
Kolay mı vatandan ayrılmak? Geride bırakıp gitmesi.
Kimi bırakır evladını, kiminin bıraktığı annesi.
Her zorluk, her darlık bir gün gelir geçer de,
İzi kalır gönüllerde kardeşin “git” demesi.
Suriyeli kardeşlerimizin ağırlanması işini devletimiz üstüne almış durumdadır ve “Allah devletimize zeval vermesin” duasını en çok hak eden bu devlete, yersiz fiil ve sözlerimizle zarar vermeyelim. Takınacağımız en mâkul tavır, zalim idârecilerinden kurtulmaları için bu kardeşlerimize duâ etmektir.
Duânızı eksik etmeyin efendim.
Bugün 1000 diyen Yeni Haber’e, nice binlerde bir ve beraber olma temennisi ile uzun ömürler diliyorum.