DİLİM SENİ DİLİM DİLİM DİLEYİM
Adeta bir cinnet toplumunda yaşıyoruz. Ağzı olan konuşuyor, bir deli bir kuyuya taş atıyor yetmiş iki milyon çıkartamıyor. Kimilerine göre varlığını şiire borçlu bir toplum nasıl bu hale geldi. Hiç kimse, ne zaman nerede nasıl konuşulur bilmiyor. Bilmiyor ama konuşuyor ve toplumda tedavi maliyeti çok yüksek yaralara yol açıyor. Bedelini sadece konuşan ödese, bülbülün çektiği dili belasıdır der geçeriz lakin bazen bütün bedeli millet ödüyor.
Bu millet, evlat acısını da kuyruk sancısını da bir yana bırakmış barışa yelken açmışken, Yüz yıldır sıkılan yumruklar açılmış, barış için uzatılmışken, hepimiz bin düşünüp bir söylemeli, hiçbir gönülde dil yarası açmamaya özen göstermeliyiz. Çünkü bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez. Çünkü yiğidi kılıç kesmez, bir acı söz öldürür.
Bu günlerde en çok ihtiyacımız olan şey inadına barışın dilini kullanmak. Kabuk bağlamış yaraları kaşımadan, kimseyi ötekileştirmeden, kuşatıcı, kucaklayıcı, müşfik bir dil kullanmaktır. Çözüm süreci; Barış sürecidir, birlik, dirlik, kardeşlik sürecidir, güven sürecidir. Bunun olabileceğine inanmak için umuttan fazlası var bugün elimizde. Çıkılmış bir yol, alınmış bir mesafe var. Bu saatten sonra emeklerin heba olmasının vebali kimsenin üslenemeyeceği kadar büyük olacaktır. Bu yüzden bütün aktörler aklına her geleni dilinden pat diye düşürmemeli, ağzından çıkanı kulağı duymalıdır.
Bu günlerde dilimiz kılıçtan keskinse kınından çıkarmayalım. Farz edin dilimizin kemiği var, baklayı kolay çıkarmayalım. Varsın ağzımız torba olsun biz büzelim. Ya hayır söyleyelim, yahut susalım. Bazan susmak konuşmaktan daha çok şey anlatır. Öfkemizi lisanı hal ile, muhabbetimizi dili şeyda ile anlatalım. Bizim coğrafyamızda boş konuşanı, yahut konuştuğunda kırıp dökeni adamdan bile saymazlar. Söz gümüşse sukut altındır. Biliyorsan bir söz, söyle ibret alsınlar, bilmiyorsan sükut eyle adam sansınlar denmiştir.
Biz Güzel sözün sadaka olduğu, tatlı dilin yılanı deliğinden çıkardığı bir medeniyetin çocuklarıyız. Sözün ağulu aşı bile yağ ile bal ettiği bir coğrafyanın çocuklarıyız. Sözün silahtan güçlü olduğu bir tarihin çocuklarıyız.
A benim güzel kardeşim konuşmadan önce düşüneceksin. Biraz basiretli olacaksın, bu lafın sonu nereye varır bileceksin. Söz ağzından çıkana kadar senin esirindir, çıktıktan sonra sen onun esiri olursun denmiştir. Eskiler sözü söylemeden önce kılı kırk yarar, ince eler sık dokur, söyleyeceğim söz, yapacağım tarif efradını cami ağyarını mani olsun(inceliğe bakarmısınız: Bütün unsurlarını içersin ama içermediği her şeyi de dışarıda tutsun) diye çabalardı. Yine de her sözün sonunu sürç-i lisan etti isek af ola diye bitirirlerdi. Yanlış bir laf etmişsin, bir sürü gönül kırmışsın. Sıkışmışsın köşeye, hala savunmadasın, Sözümün arkasında duracağım diye kem küm edip terliyorsun. Çırpındıkça batıyorsun. Kişi kusurunu görmek, af dilemek, özür dilemek erdemdir. Ne olur yani özür dilesen diline mi yapışır. Hay dilini eşek arısı soksun