Alev Ayyıldız
Alev Ayyıldız Böyle Hatırlanmayı Kim İster

Böyle Hatırlanmayı Kim İster

Ülkemizde önemli günler ve haftaların sıklığı malum. Neredeyse her hafta birşeyi kutluyor, anıyor, değerlendiriyor, eleştiriyoruz. Karşı değilim bu uygulamalara. Hele ki mesleklerle ilgili hatırlanmayı destekliyorum. İş yerine, çalışanlara ayrı bir heyecan geliyor. Görevini artık bir robot edasıyla yapanlar bu vesileyle azda olsa canlanıyor.

 Yalnızca haftası kutlanan meslek dalına değil elbette; siyasi partilere, sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına da bir hareketlilik geliyor. Açıklamalar yapılıp yazılı yada görsel basında yer alarak, toplantı yada ödül töreni tarzında etkinlik düzenliyorlar. Zaten yoğun olan ülkem gündemine, bir haberlik malzeme de böyle çıkıyor.

Tamam iyide, bence samimiyette uzak ve rutine bağlanmış her şey. Yalnızca, atalarımızın bizlere söylediği, lafla peynir gemisi yürümez sözünü, bu vesileyle doğrulatıyoruz. Temsilcilerin değerlendirmelerinden ibaret kalan kutlamalar için en fazla, büyükşehir yada merkez ilçe belediyeleri tarafından birkaç program düzenleniyor.

Her şey o kadar aynı ve öylesine sıkıcı ki, özel günler bile anlamını yitirmekte çoğu kez. Takıldığım noktada bu. Madem bir şeyler kutlanıyor, hazırlıklar yapılıyor birazda olsa kalıcı yada somut adımlar atılsa.Yoksa diğer türlü her anma programında dillerden düşmeyen “Toplumsal bilinç” nasıl yeşertilecek?.

Tiyatro oyunları ve bir takım kültürel etkinliklere de amenna. Bir parça ruh dünyamızı etkiler ama oda belirli bir kitlenin. Toplumun geneline ulaşmaz. Amaç davranmışı değiştirmek yada yönlendirmekse hedeflerde büyük düşünülmelidir.

Örneğin geçen haftayı ele alalım. İki önemli aynı zamanda hüzünlü günü andık. 28 Şubat ve Hocalı Katliamının yıldönümleri vardı.

28 Şubatla ilgili değinmek istediğim nokta maddesel boyutu. Süreci yaşatanlara hesap sormalar ülke ekonomik açıdan refaha çıkınca başladı. Gelirin orta kesime yayılması, insanların kriz beklemeden kendini mutlu hissetmesiyle birlikte konu gündeme geldi. Üçlü koalisyonun son dönemlerinde ve AK Partinin ilk yıllarında, 28 Şubatın adı dahi geçmiyordu. Bu durum göstermektedir ki ekonomik olarak ne kadar rahatsan o denli demokratikleşebilirsin. Yoksa zulüm ne kadar çok yaşanırsa yaşansın düşüncelerini iletemezsin. Çünkü insanoğlu ihtiyaçlar hiyerarşisi içerisindeki durumuna göre düşünmeden önce aç kalmamaya odaklanır.

Bu nedenle, ülkemizin kişi başına düşen geliri, ekonomik hareketler ve bununla ilgili çalışmalara önem vermeliyiz. Unutmayalım ki Batı Dünyası ve A.B.D. bize dayattığını ne zaman uygulatmak isterse önce ekonomik olarak vurmakta. Yani ülke bitti, mahvolduk, her yer kapanıyor naraları atmadan önce düşünmek gerekiyor. Eğer demokrasinin sesi kısılırsa, inanç ve fikir özgürlüğü azalırsa bilin ki ekonomik açıdan da çökmüşüz demektir.

Diğer bir konu olan Hocalı Katliamında da durum aynı. Anne karnından bebeklerin deşildiği, yaşlıların, çocukların ve kadınların aklın almakta zorlandığı işkencelerle öldürüldüğü, soykırımın vahşetle bütünleşmiş halidir Hocalı. Meydana geldiği seneye dikkat edin.

1992 yılında yaşandı vahim hadise. Hocalı anısına ilk anıt ise ülkemizde 2005 yılında dikildi. Daha öncesi o bile yoktu.

Soykırımın başka bir boyutu da var. Bunca yıl sloganlarla “Unutmadığımız ve unutturmadığımız” bu davayı soykırım olarak kabul ettik mi?. Bu nedenle Başbakan Erdoğan'ın "Hocalı'da yaşanan katliamları unutmamız mümkün değildir" demesi çözüm değildir.?

Konuşabilmek için güçlü devlet olmak şartı burada da ortaya çıkıyor. Ermenistan’ın bu katliamı geçmiş yıllarda Erzurum’da ve daha sonra Hocalı’da yapmasını sağlayan en büyük destek Rusya olmasına rağmen kimse ağzını açabiliyor mu?. Rusya’ya bu konuya dair hesap sorabiliyor muyuz?.

Ayrıntılı olarak incelediğimizde mevzu dönüp dolaşıp aynı yere geliyor. İster sosyal çevrede olsun ister uluslararası camiada paran olduğu kadar konuşabiliyorsun ve gücün ölçüsünde haklısın.

Hazır kutlamalar değinmişken küçük bir notta Dünya Kadınlar Haftasıyla ilgili olsun.  Muhtemelen bir sürü açıklama ve etkinlik yapılacak. Lakin kadına şiddete siyasiler bile isyan ededursun yargıdan gerekli yaptırım kim bilir ne zaman çıkacak.

Bu gün vesilesiyle anmak istediğimse, geçen yıl Ağrı’da kocasından ve onun insanlıktan nasibini almamış ailesinden gördüğü şiddet nedeniyle öldürülen Melek Karaaslan'ı hatırlatmak. Eşinin ilesi tarafından 18 yaşında eksi 30 derecede sokakta doğum yapmak zorunda bırakılan ve ölü çocuk doğuran, aylarca tuvalete kapanıp 30 kiloya düşen ve vücudunda kurtlu yaralar oluşan Melek Karaaslan’a bu işkenceyi reva görenler tutuklanmadılar bile. Zulmün hesabı ahrete kalsa şaşırmam.

Bize düşense adı gibi melek olan bu çileli kadından bir Fatiha’yı esirgememek.

Üzülmekten ve dua etmekten daha büyük girişimlerin olması dileğiyle

  Selam ve dua ile

Önceki ve Sonraki Yazılar
Alev Ayyıldız Arşivi