Sözün Bittiği Yer
Dahi yönetmen Tarantino’nun filmlerini bilirsiniz.
Senaryo da kendisine ufak rol biçen ve her seferinde ölen bu çılgın ismin tüm yapımlarını izledim. Zaten birini beğenince diğerlerini de merak ediyorsunuz.
Kill Bill efsanesiyle tanınsa da bence asıl zirve Hostel yada bizdeki adıyla Otel’dir.
Filmde sıradan insanlar, yani sıradan ama zengin insanlar zorla kaçırılmış kişilere büyük meblağlar ödeyerek hatta açık arttırma usulüyle satın alıp işkence ediyorlardı.
Torununa şefkatle yaklaşan bir anneanne insan kanıyla banyo yapıyor, kendi halinde bir iş adamı büyük bir heyecanla kurbanın etini yiyordu.
Korku filmi dense de psikoloji temeli olan, özellikle vahşete yatkınlığı irdeleye filmin 2.sinde her şey çok net biçimde ortaya çıkıyordu.
İnsandaki acı çektirme duygusunun temeline inilerek, filmin aslında neyi anlatmak istediği bir iş adamının ağzından açıklanmıştı.
“Çok param var istediğim her şeye sahibim. Dün birlikte olduğum kadının ten rengini bile hatırlamıyorum. Ultra lüks imkanlar, geziler, otmobiller, uyuşturucu, kadınlar, maddi yükseliş… Hepsi bir yere kadar. Birini öldürürken, ona acı verirken, gözlerinde onun tanrısı olduğumu görmenin yanında öylesine basit ki”…
Cümleler çok ütopik yada olağandışı görünse de insanlığın yaşadıkları yanında oldukça masum kalıyor.
Üstelik mazluma zulmedip kendini tatmin etme hastalığı yalnızca arayış içindeki zenginlerde olan bir durum değil.
Başkalarının fiziksel ve ruhsal olarak canını yakıp kendini güçlü hisseden ve bu yönde tatmin olan milyonlarca insan var.
Açık arttırmayla işkence evlerinde eziyet etmiyorlar yalnızca.
Savaşın olduğu yerleri düşünün.
Yaşananlara karşın film sahnesi masum bile sayılabilir. Irak’ta ABD’li Conilerin sivil halka yaşattıklarının fotoğraflarına dahi bakmayı yüreğimiz kaldırmıyor.
Afrika’da ve Afganistan da insan safarisi düzenleyen avcılar hala var.
Çocuklara kimsayal silahla saldıranlar, canlı canlı toprağa el kadar evlatları gömenler geçmiş yüzyıllarda yaşamadı.
O kadar çok mazlum çığlığı var ki bir an duysak, hissetsek aklımızı oynatır kendi canımıza kıyardık…
Bedenimiz, ruhumuz, hislerimiz ve kalbimiz çürümemiş olsaydı şayet.
Yurdum insanı da bu vahşetten payını aldı. Hemen hemen her gün aklı zorlayacak mantıkla izahı mümkün olmayan haberlere rastlıyoruz.
İstatistikler ortaya koydu ki kadına, hayvana, çocuğa, yaşlıya, işkence ve tecavüz sıralamasında üst sıralardayız.
Ne tahammülümüz var nede vicdanımız.
En basitinden yeşil ışıkta bir saniye fazla bekleyince öndeki arabaya ana avrat düz giden, yetmedi beddua eden, olmadı korna çalıp sağa çek sağa deyip kavga eden bir millet olduk.
Teknoloji geliştikçe insanlık azalıyor desek Japonya , Finlandiya bu tezi çürütecek.
Nasıl bu hale geldik?
Yada bu durumlar hep yaşandı da teknoloji geliştikçe mi açığa çıktı?.
İkinci görüşü çürütecek veri, genel istatistikler.
Geçmişe oranla insanlığımız azaldı.
Huzur evi yada çocuk yuvalarında yaşanan eziyetleri görmezden gelip ama bakanlık bunları denetliyor bahaneleriyle kendimizi avuta duralım, kendi öz yavrusuna işkence eden anne yada babalar, zevk için kediye yada köpeğe tekme atıp öldürenler, spor niyetine bir çuval kuşun başlarını ellerliye kopartıp yarış yapanlar, uzayda yada başka memleketlerde yaşamıyor.
Bizim ülkemizden sıradan insanlar.
Arabanın arkasına bağladığı köpeği sürükleyip öldüren öğretmenlerde bu ülkeden, bir hayvana tecavüz eden seksen yaşında adamda.
Kabul etmek gerekir ki; bir vatan çocuk tacizlerinden geçilmez hale geliyorsa çok büyük sıkıntılar var demektir.
Eğitim konusuna girmiyorum bile.
Hakkı hadsizlik bilip sınırı çoktan aşan telefon bağımlısı ergen nüfusumuz var bizim.
Bireysel olarak farkında değiliz ki ülke olarak tepki koyalım.
Demem o ki bizler gözümüzü kapattığımız, bize bulaşmadığı ve en önemlisi vicdanlarımızı kaybettiğimiz için acıyı yok sayıyoruz, görmezden geliyoruz.
Eşine şiddet gösteren bir adamı aile meselesi olarak değerlendiriyorsak, küçük yaşta evlendirilen kızın alan razı veren razı gelenektir diyerek birde düğününe katılıyorsak , çocuğa zulmü yapanı babası yada annesidir diye kendimizi olayın dışında tutuyorsak, hayvanlara eziyet eden birinden psikolojisi bozuk bana da sarmasın diyerek uzaklaşıyorsak , kısacası insanlığın bir mesuliyet olduğunu unutmuşsak hata en başta bizimdir.
Çocuk istismarları haber olduğunda kimyasal hadım, idam gelmeli türünde birkaç paylaşım yapmak mı yalnızca görevimiz.
Rutin hayatında beladan uzak kalıp tüm çirkinliklerden kendini soyutlamaya çalışan insanlar olduk.
En fazla anlık tepkiler var, sonrası unutuluyor.
Siyaset etki- tepki doğrultusunda geliştiğine göre, kamuoyu nabzı doğrultusunda hareket eden politikacılarımız olduğuna göre en büyük görev bizlere ,vatandaşa düşüyor.
Çözüme ortak olmadığımızda sorun er- geç bizi de bulacaktır.
Dışında durarak beladan kurtulamazsınız.
Size bulaşmaz, çocuğunuza bulaşmaz, torununuzun kaderi böyle insanlarla karşılaşmak olur.
Öncelikle yüreğimizde masumların çığlığını duymaya çalışalım. Bir çocuk eziyet görüyor diye, bir yavruya istismar edildi diye hele gece uykularımız bir kaçsın, iştahtan kesilelim.
Sonrası kendinde gelecektir.