Bir Hastane Güncesi
Duyguları şekle dökmenin en iyi yolu, ifade ederken mekanlarla yada insanlarla anmaktır.
Yani hisleri kavramsallaştırmaya çalışırsak, zihin kendine odak noktalar arar.
Öyle ki, bir duyguyu anlatırken, aktarırken yada anlarken bir yerin yada kişinin adıyla bütünleştiririz.
Çünkü hisler, insan yada yerle öylesine karışmıştır ki birbirilerini hem tanımlar hem de tamamlar.
Dört büyük sahabeye baktığımızda sahip oldukları duygularla bizzat kimi hislerin ismi olmuşlardır. Güven deyince Hz Ebubekir akla gelir , edep Hz Osman’la bütünleşmiştir, adalet Hz. Ömer , cesaret ise Hz Ali’yle birlikte gerçek manasına kavuşmuştur.
Duygular mekânlarda ise daha çok kokularla kendine yer bulur.
Örneğin hastaneler stres, ölüm korkusu, panik, ter, umutsuzluk ve pişmanlık kokar.
Mezarlıklardaki sakinlik ve zamansızlık hissi açık havada ağaç yapraklarının da karışımıyla çok net hissedilir.
Camilerde ise ihtiyar, misk, umut en önemlisi de huzur sinmiştir alın değen seccadelere.
Anaokulları masumiyet, liseler ergenlik ve hırçınlık, üniversiteler kendini önemli saymanın buram buram koktuğu yerlerdir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Bu yazı vesilesiyle kokusunu uzun yıllar duyumsadığım bir mekandan hastanelerden bahsetmek istiyorum.
Hani Allah düşürmesin ama geri de koymasın denilen hastaneler…
İç dizaynı değişse, konfor gelişen şartlarla birlikte artsa bile dış cephede soluk grinin bütün kasvetini taşıyan hasta yüklü dert yüklü mekanlar…
Panik, korku, neden benim başıma geldi durumuyla başlayan ve insanları gerginliğe sürükleyen, sonrasında suçun yükleneceği bir sağlık çalışanı bulunan hastaneler.
Hazır Tıp Bayramı yaşana dursun sağlığa, sağlıkçıların gelinen noktayı birde biz açalım.
Ömrünün altı yılını hastanelerde çalışarak geçiren birisi olarak söyleyeyim ki yirmi yıla yakın iş tecrübemde, stresin bu denli yoğun yaşandığı başka bir kuruma şahit olmadım.
En başta hastanelerin belkemiği hekimlere değinelim.
Hani kimileri bilmeden işkembeden sallıyor ya doktorlar şu kadar para alıyor diye.
İşler öyle dönmüyor aslında.
Bir insanın hayatının, sağlığının mesuliyetini almak, öyle bir veballe yaşamanın bedeli parayla ölçülemez.
Yapabileceğin hatanın bir kişinin hayatını değiştireceğini hatta ölümüne neden olacağını bilmek ve bu gerginlikle yaşamak zor iş.
O yüzden bulunduğunuz ortamda tıp eğitimini kazanmanın, okumanın zorluğundan bihaber harcanan emeği görmezden gelerek “Doktorlar şu kadar para alıyor” diyen birisi olursa bulduğunuz ilk eşyayı gönül rahatlığıyla beyin sarsıntısı geçirmeyecek şekilde indirin kafasına. Olmayan aklı belki bir parça yerine gelebilir.
Şakası bir yana emeğin kıymetini bilmeyen özverinin ne olduğundan habersiz bu tipteki kişilerin yanından hiç olmadı besmele çekip uzaklaşın.
Diğer sağlık çalışanlarının da görevleri hiç kolay değil.
Hemşirelerin yerine kendinizi bir koyun.
Ter, hastalık ve ilaç kokusunun karıştığı bedenlere tiksinmeden dokunmak , pansumanını iğnesini tedavisini yapmak, yetmedi kaprisini çekmek , hadi bunu üzerine birde nöbet tutmak , ha bu arada birde bayansanız ailevi sorumlulukları yerine getirmek başlıca görevleriniz arasında
En zoru ise tüm bu çalışma sürecinde çocuğunuzdan eşinizden iş gerginliğinizi çıkarmamak için ayrı bir gayret sarf etmelisiniz.
Sağlıkçı olmasa da diğer hastane çalışanlarının da işleri hiç kolay değil.
Temizlik işlerinde çalışanlara değinelim.
Hazır sırası gelmişken söyleyeyim bizim ülkemizde tuvalet kültürü yok. Yada vardı zamanla unutuldu.
Temizliği imanın şartı gören bir milletin kamu tuvaletlerinin bu denli pis olması yaman çelişki.
Evinde yerde kıl görse kıyameti kopartacak hanım nedense hastanede sifon çekmekten aciz.
Çocuğuna evdeki tuvaleti temizleme konusunda aralıksız nasihat veren bir ebeveyn iş hastane tuvaleti olunca aman bir yerlere dokunma diyerek musluğu kapatmaktan bile yoksun kalıyor.
“Bunları mı düşüneceğim zaten hastayım” demeyin. Birlikte yaşama, birlikte olması gerektiği gibi yaşama bu düşünülmesi gereken ayrıntılarda gizlidir.
Hastane çalışanlarının hiç mi suçu yok demeyin.
Elbette her kurumda iyileri olduğu kadar kötüleri de var. Ki yanlış doktor seçimini telafisi olmayan bir kayıpla yaşayan birisiyim. Akabinde bir hemşirenin yaşattığı iş yeri baskısıyla hayatım zehir olmuştu.
Asıl gerçek şudur ki şahısların yaptığı hata yada zulüm kendileriyle alakalıdır. Meslekleri yada kurumlarıyla değil. O yüzden doğan bir sıkıntıda bireysel yaklaşın kurumsal değil.
Üstelik mağdursanız hasta hakları diye bir kısım var.
Gerçi o birimde hedefinden çok uzaklaşmış. Amaç hasta mağduriyetini gidermekten çok çalışanı hırpalamaya dönüşmüş.
Hak ve had birbirine karıştırıldığı için bu birimde, yalnızca hastaların memnuniyeti baz alındığından adaletsizlik giderek artmış.
Beklentinin karşılanması, tedavi olma ve mağduriyetini giderme ihtiyacı, işleri zorlaştırıyor ve gücü bencilce kullanmak anlamına geliyorsa böyle bir düzenlemenin meşruluğu belki ama adilliği tartışılmalıdır.
Hizmet sektörünün en önemli basamağında özveri bekliyorsanız sabır da göstermek zorundasınız.
“Beğenmiyorlarsa çıksınlar kardeşim dışarıda binlerce işsiz insan var” , veya“Bizim vergilerimizle burada duruyorlar” türünden söylemlerle şımarıklığı hak saymakta çözüm değil.
Sıkıntı şu ki; işleyiş keyfi nedenler ve olmayan problemler yüzünden aksıyorsa, sonuçlardan hizmet gören herkes zarar görür. Motivasyonu kırılmış, insan sevgisi azalmış bir bireyden verimli olmasını beklemek doğru değil.
Tedavi olmak bir hak olduğu kadar kamuya da bir yüktür. Nasıl ki aile bütçenizden harcama yaparken kılı kırk yarıyorsanız kamu hizmetinden faydalanırken de inceliğiniz bu yönde olmalıdır.
Hani vaktiyle yaşlı bir teyze vardı ekranlarda. Ayakkabısı kirli diye muayene odasına çıkarıp girmişti. Birde maden işçilerine şahit olmuştuk. Örtü kirlenmesin diye uzanmak istememişlerdi.
Onların inceliği, kamu hizmetini kendilerinden bir parçaları olarak görmeleri ve devlet malına duydukları hassasiyetten geçer.
Bize sunulan aslında bizim olandır. Ona sahip çıkmaksa hem ahlaki hem vicdani bir görevdir.