İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Yangından Çok Korkarım!

Yangından Çok Korkarım!

Gençtim, çok gençtim, toydum, bilmiyordum. Manitalarımız vardı ve sevmek, seviyorum demek, günün ve gecenin belirli saatlerinde manitalarımızın sokağından geçmekti. Sevdiğimiz kızlarla konuşmak yabancı dil bilmek kadar zordu.  Bir düğün sonrasında, şansım yaver gitmiş, yanına düşmüştüm. Yabancı dilim yoktu, bir kızla nasıl ve ne konuşulur bilmiyordum. İlk cümlelerimi kekeleyerek ve ağzımın içinde söylediğimi iyi hatırlıyorum. Ki manitanım verdiği cevapları duyacak kulaklarım da yarı yarıya sağır durumdaydı.

Abilerden duymuştum, kızlar şiir severdi. İnmemize yakındı. Güzel ve gelecek vadeden şiirsel cümleyi bulmuştum.

-Senin için bütün gemileri yakarım!

Duymuş ama anlamamıştı, “anlamadım” dedi, tekrar etmeliydim. Yeni yetmeliğin o mahcup olduğu kadar da hoyrat duruşuyla ve sesimi biraz daha yükselterek tekrarladım:

-Senin için bütün gemileri yakarım!

O benden de cahil, acemi ve toydu. Nazlanmış ve şımarmıştı. Duymamıştı. Bilmiyordu. Okumamıştı. Yalnızca cevap vermiş olmak için şımarık ses tonuyla, şöyle demişti:

-Ayy, ben yangından çok korkarım!

Yerum Senun Sevdaluklaruni

Köyde harman yerindeyiz. Abiler, yengeler, dayılar ve teyzeler var. Benim en hızlı –radikal- günlerim. Bir kucak sakal, beyaz, hâkim yaka gömlek. Hem duruşum hem de uzaktan gelen misafir olmam hasebiyle soruların çoğu bana. Öğretmen bir ağabeyimiz –işi de bilen biri- habire kızdırıp durur beni. Solcu olduğunu duyarım dayılarımdan. Güleç yüzlüdür. Tatlı-sert tartışıp dururken konu devlete geldi. Ben verip veriştiriyor, devleti sevmediğimi, geçinemediğimi söylüyorum. Allah selametini versin, bizi dinlemekte olan Şükriye Teyze.. “Oy yerum seni, devletumun düşmani…” diyerek arkamdan gelip sımsıcacık ve sevgiyle sarıldı bana… Ben devleti ve tartışmayı unuttum. Koptum. Gittim. “Gel dedum….” –kalabalığı ima ederek- “habunlardan uzaklaşalum.” Harmanın uzak köşesine çekildik. Başımı kucağına bıraktım. Bin yıllık sükûnu taşıyan elleriyle saçımı okşuyordu. Şükriye Teyzeme – yaş yetmişe yakın- eski sevdaluklari sordum. “Yazaca misun…” dedi… “Bilmem…” dedum… Anlattı. Güldük. Neşelendik. Bir ara gözleri doldu. Durdu. Karşı tepelerin ardına bakıyordu gözleri. Agası –abisi- Yemen’e gitmiş ve gelmemişti. Çok yakişukliydi. Sevdaluğu vardi. Kız beş sene daha pekledi agami. Sildim tomurcuklanan gözyaşlarını Şükriye Teyzemin. Öptüm buruşuk yanaklarından. Dua etti bana. Dedum ki… “Raşit amca nasıl kandurdi senin gibi güzel kızı..” “Sus uşağum sus…” dedi “Duymasun…Oni ben kandurdum!…” Raşit amca yakişukli bi delikanlıymış… Peşinde çok da kız varmış. Şükriye Teyzem kandırmış, aklını çelmiş Raşit amcanın. “Ama uşağum…” dedi… “O’da sever ve hala kıskanur beni biliy misun?” Gözleri ışıl ışıl oldu… “Uy...” dedum “Yerum senun sevdaluklaruni…” 

Protez Ayak

Hendek ilçesinden Sakarya’ya dönüyordu. Dalgın dalgın uzakları seyrederken, otoban kenarındaki boşlukta, değişik bir çiçek çarptı gözüne. Aklı çiçekte kalmıştı. Çiçekleri sever ama isimlerini bilmezdi. Önemli de değildi. Çiçek güzeldi. Çiçek insanın merhametli yanıydı. 

Birkaç gün sonra, erkenden şafağa kavuşan bir Haziran günü, bisikletine atladığı gibi yola koyuldu. Gidip o çiçeği yakından görecekti. Yirmi kilometre kadar gitti. O gün, uzaktan gördüğü çiçekler azalmıştı. Telleri aşarak çiçeklerin yanlarına indi. Oturup konuştu onlarla. Öpüp okşadı. Yaşlı çiçekten izin istedi biraz koparmak için. Kime diye sordu yaşlı çiçek, kime ve ne için? Sevdiğimi söylemek ve gülümsetmek istiyorum dedi.

Koca bir demet yapıp yola çıktı. Bir yandan bisiklet sürüyor, bir yandan da eski komşuları, depremde ayağı kesilen Hülya’yı düşünüyordu. Sevinir miydi? Sevinirdi. Saat daha sabahın altısıydı. Hülyaların sokağına vardı. Bisikletini tahta perdeye dayadı. Toros, kapıya gelmiş, kuyruk sallıyordu. Dur Toros dedi dur, seninle de görüşeceğiz, hele şu çiçekleri bir bırakayım. Kalemi kâğıdı çıkardı, üç kelime yazdı. “Hülya’ya… Sen çiçeksin!” Kapının koluna taktı çiçek demetini. Toros’la dışarı çıktı, oynadı, şakalaştı. Bisikletine bindi ve şehre doğru pedal basmaya devam etti. Hülya’ya o gün protez ayak takacaklardı.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi