Bir Yardımlaşma sistemi: Karz-ı Hasen
İslam’da yardımlaşma çeşitlerinden birisi de “karz-ı hasen”dir. Arapça’da “karz” tekrar iade edilmek şartıyla, bir başkasına verilen mal, anlamına gelir. Karz-ı Hasen ise, Allah yolunda yoksullara verilen her türlü infak ve sadaka anlamına gelir. İhtiyaç sahiplerine verilen bu borç para, Allah’a ödünç verilmiş bir mal gibidir. İşte, güzel borç anlamına gelen ‘karz-ı hasen’, dinimizde, müminlerin birbirleriyle yardımlaşmalarını sağlayan bir yardımlaşma şeklidir. Hz. Peygamber, karz-ı hasen hakkında şöyle buyurur: “Bir mü’min diğer kardeşine yardım ettikçe, Allah da ona yardım eder. Her kim eli dar olan borçluya kolaylık gösterirse, Allah da ona kolaylık gösterir. Her kim bir mü’minin dünya üzüntülerini giderip onu ferahlandırırsa, Allah da yüce hesap günü onun üzüntülerini giderir.”
Toplumsal hayatta insanlar arası ilişkiler zorunludur. Hatta bunu uluslararası arası ilişkiler bağlamında da değerlendirmek gerekir. Örneğin, nasıl ki, bir ülke içine düştüğü ekonomik krizi atlatabilmek için dış ülkelerden ve bazı kuruluşlardan borç almadan önce bir teminat beyanında bulunuyorsa, aynen bunun gibi bir Müslüman da diğer bir müslümandan maddi ihtiyaçlarını gidermede yardım almak için bir takım taahhütlerin altına girebilir. Bütün bu muameleler, karşılıklı güveni tesis etmek ve yardım yapan kimsenin haklarını korumak içindir. Toplumların hayatında borç alıp-vermek belli kurallara bağlanmıştır. Bu konuda taraflar arasında mağduriyetin ortaya çıkmaması için yapılan işin yasal anlamda güvence altına alınması gerekir. Bu sebeple Kur’an’da, borçlanıldığı zaman yazılması tavsiye edilmektedir. (Bkz. el-Bakara 2/282). Elbette böyle bir uygulama ileride taraflar arasında ortaya çıkacak anlaşmazlıkların çözümü için bir kolaylıktır. Eğer insanlar iyi niyetli değilse, çekler ve senetler de çok fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bundan dolayı İslam, önce insanların birbirlerine karşı ahlaklı davranmalarını istemektedir. Eğer insanların hayatında ahlaki değerlerin temsili tam olarak yerine getirilirse, icabında bir selam bile çek ve senet yerine geçebilir. Yaptığı işlerin hesabını ahrette vereceği inancı üzerine oturtan bir mü’min, imkânları ölçüsünde mutlaka taahhütlerine sadık kalır.
İnsan birbirine muhtaç bir varlıktır. Bugün varlıklı olan yarın fakir düşebilir. Bugün fakir olan, yarın zengin olabilir. O halde, varlıklı Müslüman ihtiyacı olan Müslüman kardeşine gönüllü yardım etmek hakkına sahip olduğu gibi, ödünç para da verebilir. Taraflar arasında meydana getirilecek böyle bir güven ortamı, elbette ekonomik hayatta hem canlanmayı ve hem de sosyal yardımlaşmayı güçlendirecektir. Böylece, sözlerine ve ahitlerine bağlı kalan her iki taraf, cemiyette bir ahlâk âbidesi haline gelecek ve şahsiyet alanında da örnek davranışlarıyla çevresinde bir sevgi ve saygınlık atmosferi yaratacaktır. Rahmetli Sabahattin Zaim hocamızın ifade ettiği gibi, işte böyle bir güven timsâli olan Müslüman adam, çarşılarda-pazarlarda hem davranışları ve hem de ürettiği ürünler açısından prim yapacaktır. Böylece cemiyetin iktisadi yapısı ile sosyal bünyesi arasında irtibat kurulmuş olmakla kalmayacak, aynı zamanda toplum, iktisadi hayatta ahlaki bir ilke olan dürüstlüğe teşvik edilmiş olacaktır.
Toplumsal ilişkilerde olduğu gibi, ticaret hayatında da “karşılıklı güven duygusu” son derece önemlidir. Güven duygusu kaybolan toplumlarda her şey tepe taklak gider. İslam borç veren ve alan arasında ilişkileri evvelâ iman zemininde kuvvetlendirmeye öncelik verir. Bu, önce ahlâk demektir. Bu açıdan ahlâk ile hukuk arasında çok yakın bir ilişki vardır. Hukukun işletilmesinin arkaplânında itici bir unsur olan cezayı müeyyideler kadar, kişinin vicdanına yönelik ahlâki müeyyideler daha çok etkilidir. Hiçbir güzel davranışın istismarına prim vermeyen İslam, karz-ı hasenin de istismar ve suistimal edilmesini önlemek için önce ahlâkî bir olgunluğu bir güvence olarak görür.
Olayın bir de borç alan cephesine bakmak gerekir. Böylesi kimseler iyi niyet taşımalarına rağmen ticarî hayatın iyi gitmemesinden dolayı taahhütlerini zamanında yerine getiremeyebilirler. Bu konuda da borç veren kimselere ahlâkî açıdan hoşgörülü hareket etmek düşmektedir. Kur’an’da borç verenlere şu tavsiye yapılır: “Eğer (borçlu) zorluk içinde ise, ona elverişli bir zamana kadar süre (verin). (Borcu) sadaka olarak bağışlamanız ise, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.” (el-Bakara, 2/280).
Şüphesiz borç vermek bir fedakârlığı gerektirir. Bu davranışı da ancak Müslüman bir adam yerine getirir. Çünkü Müslüman adam, bu dünyadaki kazancından çok, öteki dünyadaki kazancını düşünür. Ödülü, Allah’tan bekler. Bir müessese de ancak böyle yürür. Yoksa karz-ı hasen, meta-ekonomik olaylardan soyutlanmış bir toplumun ve tamamen iktisadi düşünen adamın işi değildir. Karz-ı hasen her ne kadar karşılıksız bir hibe değilse de, ihtiyaç olduğu zaman karşılıksız bir hibeden daha değerli bir sosyal yardımlaşma biçimi olabilmektedir. Önemli olan tarafların birbirlerine karşı taahhütlerini zamanında yerine getirmeleri ve birbirlerine karşı hoşgörülü olmalarıdır.