"Bir de Utanmadan Gülüyorlar!"
“Suriye konusunda hiçbir ülkenin yapamadığını Türkiye yaptı,bütün cömertliği ile kapılarını açtı. Türkiye’nin yıldızı parlamaya devam ediyor. Türkiye aynen bir çiçek bahçesi gibi…” diye konuştu ‘2016 Yılı İslâm Dünyası Kültür Başkenti Konya’ tanıtım programında Yusuf İslâm. Evet,geçen yazımızda da söylediğimiz gibi “Kapkaranlık bir gökyüzünün güneşi bile kıskandıracak derecede parlayan yıldızı Türkiye!” Hamdolsun, Bu yıldıza ilham veren bütün ışıklardan Rahman ebeden razı olsun.
Ancak, hâlâ bizim mazlumların ve gariplerin hâmisi olduğumuz görüşünde bir türlü anlaşamadığımız, materyalist dünya görüşüyle kafasına örümcek ağları örmüş, düşene bir tekme de bizden kafasıyla ve sırf siyasi hesaplarla hareket eden toplulukların sayısı ise hiç de az değil. Yapılan en ufak bir fedakarlıkta piyasaya çıkıp da “Pis Arapçılar, Rabiacılar… Araplar bizi satmadı mı ? Bırakın ettiğini bulsunlar …” diye zırvalayan ve söylediklerinin altını asla temellendiremeyen bir güruh ile çok sık karşılaşır olduk bugünlerde. Hem de üzerine sık sık bombaların düşüp de sabrının sınandığı Kilis’te değil de “Size İnsanlığı da Konya Öğretecek” dediğimiz Diyâr-ı Mevlâna olan Konya’da.
Hatta,tramvayda gülen küçük bir Suriyeli,Mülteci çocuk gördüğünde kaşlarını çatarak “bi de utanmadan mutlu mutlu gülüyorlar, biz gülemiyoruz bu kadar ne bundaki rahatlık?..” diyen kafasında artık o örümcek ağların iç içe geçtiği, bağnaz ve sıkıntılı bir toplulukla hem de bizim toplumumuzla uğraşmaya devam ediyoruz. Onlarca kez anlatmaya çalışıyoruz fakat bir türlü sonuç alamıyoruz.
Sonra bir de bakıyoruz ki küçük çocuk gülüyor diye onları kininde boğan insancıklar kıyıya vuran küçük çocukların ardından özellikle sosyal medyada duygusallık,kardeşlik nâraları atmaya başlıyor. Yahu kardeşim, belki de o senin “gülüyor” diye kininde boğmaya çalıştığın mülteci çocuk o karaya vuran çocuk, belki de onun kardeşi,komşusu. Ama yok,olmuyor. Biz bunları deyince yine o arkasından artık harfi harfine ezberlediğimiz o ‘ama’lı cümleler gelmeye başlıyor:
-Ama onlar vatanlarını terk ediyorlar!
-Ama onlar bize ihanet etti!
-Ama Biz neden bunları alıyoruz?
-Ama bizim vergilerimizle...
-Ama gülüyorlar...
Bu ‘ama’ların sonu gelmiyor, tahammül edemiyoruz sonra birbirimize. Ancak, ödediği trafik cezasını bile “Mültecilere bir yardım olur belki” diye düşünerek ödeyen;Mülteci çocuklara yardım için okullarda topluluklar kurup kafelerde çay içmek yerine onların ihtiyaçlarına koşan, gariplerin ağabeyliğine kendini vermiş ve maddeci görüşü elinin tersiyle iten insanlarımızı da tanıyoruz. Zaten öyle olması gerekmiyor mu ? Mazlumların, gariplerin duasını,onların eyvallahlarını ve bunun Allah katındaki değerini bir kenara bırakıp “şu kadar mülteci günde şu kadar ekmek yese,su içse..” hesapları yapmak ne derece doğru? Kur’an matematiğine de mi inanmıyoruz? Değil mi ki o hesaba göre bazen “on eksi bir eşittir yirmi” olabilir.Bütün bunları,maneviyatı bir kenara bırakıp, infakın bereketine inanmayıp da maddeye esir olmaktan, materyalist ya da daha tutulan bir tabirle rasyonalist(‘akılcı’) olmaktan ALLAH bizleri korusun. Hizmetlerimiz ve bereketlerimiz daim olsun!
Bundan 20 sene önceki Bosna’nın gençleri bugün nasıl bizim Bosnayı sahiplendiğimiz gibi Türkiye’yi sahipleniyorlarsa;
Bir zaman sonra bugünün Mülteci Çocukları da Bizim Şam’ı sahiplendiğimiz gibi Konya’yı,İstanbul’u sahiplensin. Büyüyünce ne olmak istiyorsun diye sorulan mülteci çocukların “Büyüyünce Türk Olacağım.” Duası kabul olsun.
Âmin,Âmin,Âmin…