Adalet ve Rızık İlişkisi
Adâlet; her türlü sapmanın ve haksızlığın karşıtı olup, bir şeyi ait olduğu yere koymak, hakkını vermek, eşit ve denk yapmak anlamlarına gelir.
Adalet kelimesi; insaf, haklılık, ölçülülük, söz ve eylemde doğruluk manalarını kapsayan bir denkleştirmedir.
Adalet, “hak” kavramıyla da alakalı olup “hak edene hak ettiğinin verilmesi” ya da “haksızlık yapılmaması”dır. Mizan ve mülk, adaletle kaimdir. Bu bağlamda adâlet, mutlak eşitlik değil; verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Buna dağıtıcı adalet de denir.
Denkleştirici adalet ise, herkesin eşit işleme tabi tutulmasını öngörür. Herkesin eşit olduğu adalet; yargı, barış, şahitlik ve alış-verişte ortaya çıkar. Böyle bir adaletin dağıtımı, toplumsal barış ve güvenin sigortasıdır.
İlahi yasaya göre Yüce Allah bütün canlıların rızkına kefildir. O, yeryüzünde bulunan insan ve diğer canlılar için rızık yaratmıştır. Rızkın, kaderle ve imtihan alanlarıyla da irtibatı vardır. İnsan kendisi için belirlenmiş olan rızkı arayıp bulmalıdır. Elbette Rezzâk olan Yüce Allah, kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine de kısıyor. (Bkz. Rum 37; Sebe 39; Zümer 52).
Geniş anlamıyla insanların sahip olduğu her türlü imkânı, dar anlamıyla da iktisadî imkânları ifade eden rızık açısından kişiden kişiye farklılıklar bulunduğu herkesin kolayca gözlemleyebileceği bir realitedir. İmkânların paylaşımıyla ilgili olarak beşeriyetin geliştireceği usul ve sistemler ancak daha âdil kabul edilme veya daha ikna edici olma özelliği bakımından başarılı sayılabilir; fakat bu farkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Zira bu durum ilâhî iradeden ve bu iradeye bağlı evrensel yasalardan, zihin ve beden güçlerinin eşitsizliği, coğrafya ve iklim farklılıkları, ekonomik ortam ve sistem farkları gibi doğal veya pozitif farklılıklardan kaynaklanmaktadır.
Meseleye İlahi adalet açısından baktığımız zaman şunu görürüz: Rızkı verenin Allah olduğuna gönülden inanan kimse için, kendisi ile başkaları arasındaki imkân farklılıkları bir bunalım, kıskançlık ve çatışma sebebi olmak yerine kişiyi yüce yaratıcısının lütfundan daha fazla talepte bulunma çabası içine iten bir motivasyon sağlayacak, ama elde ettiği imkânların gerçek kaynağını görmezden gelmeyecek ve bunların kendisine yüklediği sorumluluğun bilinci içinde hareket edecektir.(Bkz. Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara: DİB Yayınları, 2007, IV, 317-319).
Netice olarak, bol rızka sahip olan Allah’ın iyi kulu anlamın gelmediği gibi, rızık konusunda dar imkânlara sahip olan da Allah’ın kötü kulu anlamına gelmez. Her insan sahip olduğu imkânlarla sınanır. Bu sınavı hakkıyla kazananlar ahirette ödüllendirilir. Eğer yaşanan cemiyette sosyal adaletsizlikler varsa, hukuki açıdan bunun mücadelesini vermek birey ve topluma düşer. Bunun faturası Yüce Allah’a yüklenmemelidir. Âdil-i mutlak olan Cenâb-ı Hak, kullarından da adaletli davranmalarını ister.