ZAYIF HALKA OLMAYALIM
Ekonomi merkezli bir gündemin içinde, dünya ile birlikte dönmeye devam ediyoruz. Yağan yağmurdan her ülke kadar bizde ıslanırız, ama fazla ıslanırsak sorunu yağan yağmurda değil kendimizde aramak zorundayız, doğru yolu bir an önce bulmak için veya ülke olarak yanlıştan en kısa sürede dönmek için. Değilse tabi ki dünya ekonomilerinde sorunlar ortaya çıkacak, bunların sonuçların herkes etkilenecektir, buna kimsenin diyeceği bir şey olamaz. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, olumsuz iktisadi gelişmelerden bazı ülkeler çok bazıları da kısmi boyutta etkilenirken, mümkün olduğu kadar az hasarla atlatmayı başarmaktır. Zincir ne kadar kalın ve uzun olursa olsun, gücü ancak en zayıf halkası kadardır. Bir kişinin saçı, sakalı dağınık, bağımsız ve kirli ise kabahat berberin olmasa gerektir. Ekonomide hiçbir zaman sürekli canlanma (boom), sürekli daralma (resesyon), sürekli durgunluk (stagnasyon) durumu olmaz ve konjonktürel (devri) hareketleri barındırmayan bir ekonominin varlığından söz edilemez. Nasıl ki pür tam rekabet piyasası uygulaması ancak ütopik, hayali ve ulaşılması hedeflenen bir nokta ise, konjonktürel salınımların olmadığı bir ekonomi olgusundan da bahsedilemez. Aslında olay biraz derinlemesine incelendiğinde devri hareketlerin bir sonuç ve esas üzerinde durulması gereken konunun da, reel ekonomi denilen üretim ekonomisindeki artışlar ve azalışlara odaklanılması olduğu ortadadır. Çünkü reel ekonomisi gelişmeden finansal ekonomisinin (bankacılık, borsa) geliştiği bir ülkenin, dünyada örneği yoktur.
Sağlıklı bir ekonomide nasıl ki ekonomilerin yakalandığı hastalıklardan (enflasyon, deflasyon, stagflasyon, stagnasyon, slumpflasyon, işsizlik, istikrarlı ve sürdürülebilir kalkınma/büyüme vb.) kurtulmaları için uygulanan para ve maliye politikalarından beklenen olumlu sonuçların elde edilmesinin gerektiği durumlarda, birbirini destekleyecek şekilde birlikte kullanılması en doğru bir iktisat politikası ise, ilk olarak üretim ekonomisi yani malların üretilip hem iç piyasada hem de uluslararası piyasada satılması gerçekleştirilip sonra dış ticaretin fazla vermesi ile (X – M > 0) buradan elde edilen gelirin öncelikle yine üretime aktarılması ve sonra reel ekonominin gelişmesini hızlandıracak biçimde sağlam hukuki alt yapıyla donatılmış finansal ekonominin yapılandırılması için değerlendirilmesi en doğru olanıdır. Reel ekonomisi yeterli düzeye erişmeden, ileri teknoloji sanayi mallarının üretimine ve bunun ihracı aşamasına geçmeden finansal ekonomilerin geliştirilmeye çalışılması, özellikle ülkemizin de yer aldığı dış ticaret açığı, cari açık, büyük dış borç ve işsizlikle mücadele eden gelişmekte olan ülkeler için önemli bir handikap oluşturmaktadır. Yani borsalar, gelişmişlik açısından ileri ülkelerin hatta aynı gruptaki ülkelerin borsalarından ayrışmakta, spekülatif manipülasyonlara açık duruma gelerek yıllar öncesinde Keynes’in ifade ettiği gibi “kumarhane borsa” niteliğine dönüşmekte, ani yükseliş veya düşüşlerle karşılaşarak piyasalara güvensizlik enjekte etmekte ve reel ekonominin de olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır. Domino etkisi misali, müteşebbislerin geleceğe güvenle bakamadıklarından dolayı yatırım yapmaya çekindikleri, yurt dışı yatırımcıların doğrudan sermaye yatırımlarını erteledikleri, yüksek kar amaçlı küresel sıcak paranın (hot money) bile başka ülke borsalarını tercih ettikleri, uluslararası derecelendirme kuruluşlarının olumsuz raporlar verdikleri, spekülatif kar amaçlı kısa dönemli yatırımlara (döviz, emlak, borsa) yönelen, istikrarsız, kendi bünyesinde ekonomik, siyasi ve yapısal sorunları barındıran, böyle olduğu içinde esen meltemden bile etkilenerek kırılgan bir yapıya bürünen böyle bir ekonomi, artık bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin genel özelliklerini yansıtan bir ekonomidir.
Yukarıda sıraladığım özellikler, gelişmekte olan ülkelerin olduğu gibi ülkemizin de sorunlarını meydana getiriyor, hatta ülkemiz daha fazla negatif şekilde ayrışıyor. Tüm bunların üzerine yaklaşan seçimlerin nasıl sonuçlanacağı üzerine yapılan spülasyonlar, terör eylemlerinin ülkeye verdiği tedirginlik ve bu durumun uluslararası platformda yansımaları ile bir türlü toplumsal barış ortamının büyük oranda siyasiler yüzünden sağlanamaması. Genel ve ülkemize has olumsuz faktörlerin bir araya gelmesi, Türkiye’yi açık denizlerde korsanlara karşı savunmasız duruma düşen gemi konumuna düşürmektedir. İç ekonomik gelişmeler, FED ve ECB’in kararları, Çin’in durgunluğa doğru giden ekonomisinin iç piyasaya yönelik dönüşümünün sonuçları, Japonya ile AB piyasalarında talep canlanması amaçlı yapılan tüm girişimlere rağmen başarıya ulaşılamaması gibi bir çok etken yalnız bizi değil tüm ülke ekonomileri etkileyecektir. Böyle bir durumda ekonomimizin ayakta kalabilmesi için; ileri teknolojili üretim temelinde şehirsel, sektörel ve hatta firmasal bazda teşvik uygulamasına (AR-GE) gidilmesini; ilkokuldan üniversiteye kadar tüm okul kademelerinde özgür, üretici, yenilikçi, yüksek teknolojili sanayi üretimini içeren eğitime geçilmesini; doğrudan yabancı sermayenin ülkemize gelmesinin sağlanmasını; vatanını seven, bilimsel düşünen idealist bireylerin toplumun önderleri konumuna yükselebilmesini temin edecek toplumsal sistemin, bir an önce kurulması şarttır. Yoksa gelişmekte olan ülkeler arasında bile zayıf halka konumuna düşer, hareketli bir coğrafyada (Suriye, Irak, Orta Doğu, İran, Rusya, Avrupa Birliği) bulunmamızdan dolayı da, bu bölgelerde hesapları olan ülkelerin oyuncağı oluruz. Ne olup olmadığımızı zaman gösterecek…
Soru: Gayri Safi Yurtiçi Hasılası yüksek olan her ülke, gelişmiş ülke midir? Neden?...
Sözün Gözü: Düşmanım olsun ama karakterli olsun.