YİNE KİM KEKLİYOR BİZİ
Olan biteni anlamak için gözlerimizi alabildiğine açıp etrafı kol açan etmek, derinden gelen seslere kulak kabartıp, karanlıkta atılan gözleri bile fark edip bir karara varmak çabasındayız. Beyhude bir heves midir bu çaba, kestirmek çok zor.
“Kim ne dedi ve kime dedi, neyi kast etti, denilen ne cevap verdi” gibi sorular o kadar çoğalıyor ki işin aslı ve özü ile ilgili değerlendirmelerde bulunabilmek neredeyse imkânsız hâle geliyor. Cevap veren mi yapıştırdı tokadı, saldıran mı gol attı muhatabına, gündem bu minval üzerine oluştuğundan büyüyerek yoğunlaşan bir toz bulutu içine giriyoruz.
Ne olduğunu ve neye tekabül edeceğini daha kestiremediğimiz bu kargaşa ortamında asıl tokat yiyen biz oluyoruz. Dönüp bakınca kalemizde golü gören biz, topa kafayı vuran kim sorusunu bile soramıyoruz. Daha vahimi; golü atan ya da kalabalığın arasından ensemize tokadı yapıştıran kendi takım arkadaşımız olabiliyor. Ne biz farkındayız golü kendi kendimize yediğimizin ne arkadaşımız kime gol attığını biliyor.
Vakıayı görebilmek kadar tahlil ve tetkikini de isabetli yapmak gerektiğini söylesek de ortaya yine büyük bir muamma kalabiliyor. İletişim imkânlarının alabildiğine gelişip çeşitlendiği günümüz ortamında, tahlil, tetkik, teyit ve tespitlerimiz “Bak sen şu işe!” şaşalamasına gelip dayanıyor.
Tarafı olduğumuz oluşumun zihnimizde inşa ettiği alan üzerinden bakmayı daha kolay ve pratik bulduğumuzdan çaba ve istidadımız devreye girmiyor. Ezberlenmiş ve kalıplamış cümlelerle, fikir dünyamızı beslediğimizi sanıyoruz. Bu “sanmalar” olup biteni anlamada bize hem vakit kaybettiriyor hem de hata oranımızı yükseltiyor.
Çabalamadan, okumadan, gözlem yapmadan ve ideolojik saplantılardan çıkmadan yaptığımız “anlama” çabası, üzerimizde oyun oynayabilme imkânını da birilerine vermiş oluyor. Millet olarak bize hep bir oyun ve desise hazırlandığında neredeyse hemfikiriz.
İçeride hainler, dışarıda kefereler bu ülke adam olmasın, dinine sarılmasın diye tezgâh kurmuşlardır. Yanlış mıdır, tövbe, billah doğrudur. Doğruyu biliyor ama bir türlü oyunu boşa çıkaramıyoruz.
Bu toprakların, bu coğrafyanın Müslüman olmasından ve tarih bize bu vazifeyi yazdığından beri, çelme takılan dizlerimiz nasır bağlamış halleriyle yürümeye devam ediyor. Bize yedirilen şeylerin, esasında boğazımıza durmasından ve bozuk olduğundan ciddi şüphelerimiz var.
Düştüğümüz ahlaki çöküntü ve izan kaybı, şüphemizi var ediyor da ispata yetmiyor. Bu yetmeme durumundan mütevellit “bizi kim ütüyor” sorusuna cevap da bulamıyoruz. Hoş, bulsak ne yaparız o da ayrı bir muamma.