“Yeni Yüzyıl”lar İçin Yeni Mücadeleler
1923’te Türkiye Cumhuriyetini inşa eden Lozan Antlaşmasının yüzüncü yılına yaklaştığımız 2015 yılı Türkiye’sinde, önemli bir aktörü ve oyun kurucularından birisi olan Türkiye, bugünlerde varlığını daha da hissettiren bir şekilde, Ortadoğu coğrafyasında yeni/yeniden inşa süreçlerine şahit olmaktadır.
Bir yüzyıllık sürecin, bir devletin mevcudiyetinde önemli bir zaman dilimi olduğu düşünülmektedir. Bu süreç, süreci inşa eden dinamiklerin yeniden gözden geçirilmesini veya daha açık bir tabirle, “yeniden hesap görülmesi”ni ihtiva etmekte. Türkiye bugün böylesi bir sürecin doğum sancılarını yaşamaktadır.
Bugünlerde ülkenin karşı karşıya kaldığı PKK, İŞİD, DHKP-C ve diğer terörist ve organizasyonel faaliyetlere karşı, son yapılan operasyonlarla da görüldüğü gibi, çok sert karşılık verildiği izlenmekte. Operasyonların fitilini ateşleyen amiller çok açık olsa da sonuçlarını şimdiden kestirmek o kadar da mümkün gözükmüyor.
Türkiye’nin bu askeri ve diplomatik operasyonlarla nihai hedefinin ülke içinde barış ve huzur iklimini korumak olduğu not edilmekle birlikte, Türkiye’nin Suriye ve Irak sorunları bağlamındaki belirleyici rolünü pekiştirmek istediğine dair de genel bir kanaat oluşmuş durumda.
Bu arada, diplomatik ve siyasi olarak çok önemli bir gelişme olan İran-Batı yakınlaşması/anlaşması ise Türkiye’deki karar alıcılar tarafından Türkiye’nin bölgedeki liderlik performanslarını zayıflatmaya dönük bir gelişme olarak görülmüş olmalı ki, Türkiye’nin şu an için hamiliğini İran’ın üstlendiği Suriye topraklarına İŞİD özelinde müdahalelerde bulunması, bölgede belki uzun bir zamandan sonra Türkiye’nin yeniden “ben de burada varım” mesajı verdiği şeklinde yorumlanmaktadır.
Türkiye, her ne pahasına olursa olsun ve hangi siyasi/askeri oluşumla karşılaşırsa karşılaşsın, her hâlükârda bekasını sürdürmek için her alanda mücadelesini sürdürmek zorundadır. Türkiye, varlığını sürdürebilmesi için PKK, İŞİD, DHKP C ve –bugün aynı safta olan– diğer “paralel” ya da “meridyen” fraksiyon ve oluşumlarla sonuna kadar mücadele etmelidir.
Ülke olarak 100 yıllık sürecin çok derin ve sancılı imtihanlarından geçtiğimiz içinde bulunduğumuz zaman diliminde ortak geleceğimiz için, çocuklarımızın istiklali ve istikbali için ve yarınlarımızın güçlü ve güvenlikli olması adına varlığımıza yöneltilen tehditlerle sonuna kadar mücadelede kararlı olmalıyız.
Bu noktada unutulmaması gerekli husus, terörle mücadelenin önemi kadar ülkemiz insanlarının ahlaki, eğitsel, sosyal ve ekonomik sorunları ile de mücadele etmek zorunda olunduğudur. Örnek olarak günümüzde ailenin yaşadığı sorunlar, toplumların yapı taşı olarak ailenin ve dolaylı olarak ülkenin sonunu getirebilecek potansiyeller taşıdığı göz önüne alındığında, cephede verilecek mücadelenin aynısının ailede, okulda ve iş yerlerinde de verilmesi gerektiğinin önemini idrak etmeliyiz.
Yeni yüzyıllarda baki kalabilmek için her alanda mücadele etmek zorundayız.
“Bizler” ve “Sizler” ayrımına son verildiği, küçüğünden en büyüğüne kadar bütün ülke insanlarının barış, adalet, huzur ve iyilik ikliminde yaşayacağı yarınlar, hak ve adalet sınırlarını aşmamak kaydıyla kılıçların gölgesinde (silahlı mücadele) olduğu gibi kalemlerin mürekkebinde (eğitim ve kültür) ve seccadelerin alın izinde (ahlak ve maneviyat) de aranmalıdır. Zira silahlı bir saldırı ülke güvenliğine ne kadar büyük tehdit oluşturuyorsa ahlak ve maneviyatımıza yönelmiş, aileyi derinden sarsan –modern ve kapitalist saldırılar da– o derece önem arz etmektedir…