Yeni Türkiye Yüzyilinda…
Sosyo-ekonomik ve sosyo-politik büyük kırılmalar sonrasında reform talebi güçlenir. Bu talebi projelendirebilen aktörler ise yükselen güç olarak sahne alırlar.
1950 Menderes ihtilali, islamı toplumsal hayattan dışlayan hatta ötekileştiren despotik CHP tek parti iktidarına karşı Anadolu insanının başkaldırısı idi. ‘Yeter Söz Milletin!’ sloganında kendisini bulan sessiz halk ihtilali idi.
1983 Özalizmi, Time’a kapak olacak kadar zenginleşen mustekbir generallere had bildirilmesidir.
2001 Erdoğan liderliğindeki Ak Parti ise, 28 Şubat sonrasında bürokratik iktidarın devlet bankalarına el koyması sonrasında batmış ekonomiye, işlemeyen devlet sistemine, 1950 öncesi CHP uygulamalarını aratan islam düşmanlığına karşı milletin Erdoğan yanında saf tutuşudur. Ak Parti, kurulduktan 1 yıl sonra girdiği seçimde parlemento çoğunluğunu sağlayarak üstelik parlementodaki tüm Eski Türkiye kalıntılarılarını tasfiye ederek verilen cevaptır.
Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Parti bu sosyo-politik ve sosyo-ekonomik çöküşü projelendirdi, millete çıkış yolu gösterdi, ikna etti ve 20 yıldır iktidar. 20 yıl geçmesine rağmen ilk günkü oy tabanının altına da düşmedi.
Bu projenin ilk başlığı devlet iktidar alanını kullandığı iddiasında kendisine muhkem bir iktidar alanı yaratan askeri bürokrasinin sınırlandırılması, görev alanına çekilmesidir. Ardından askeri bürokrasinin kadim müttefiki yargı vesayetinin geriletilmesi projenin diğer önemli başlığı idi. Bu projeye yargı kapatma davası ile cevabını verdi. Asker ise e-muhtıra ile…
Her iki tehditi de milletin verdiği % 50’ye yaklaşan destek ile aşmayı başaran Ak Parti doğal olarak eğitim gibi nispeten uzak etkili reformlara yönelemedi. Bunu beklemek gerçekçi de değildir.
Buna rağmen, otoriter insan yetiştiren davranışçı yaklaşımdan 2005’de vazgeçerek öğretim programlarını post-modern yapılandırmacı yaklaşımla düzenledi. Mütevazı bir adımdı ama bu mütevazı adımın oluşturduğu tepkiyi görünce esasa muteallik alanlarda daha temkinli olmayı tercih etti.
Aslında tüm büyük dönüşüm programlarında, yapısal reformlarda eğitim en önemli başlıktır. Çünkü sosyo-ekonomik çöküş nedeni ile reforma mecbur kalmış iseniz işgücü niteliğini arttırmak için, sosyo-politik kırılma nedeni ile yapıyorsanız ‘iyi yurttaş’ yetiştirmek için eğitim reformuna muhtaçsınız.
Bunu Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Ak Partinin görmemesi mümkün değildir. Ancak;
Ak Parti’nin eğitim reformunu ve onun ayrılmaz parçası yükseköğretim reformunu toplumun önüne neden getiremediğini analiz ettiğimizde Eski Türkiye arazlarını görüyoruz.
Ak Parti, 28 Şubatın mağduru kadrolarca oluşturulan bir siyasi harekettir. 28 Şubatta üniversitelerin ve ordu göreve pankartlarında konuşlu akademisyenlerin oynadığı rol de dikkate alındığında, Ak Parti iktidarını muhkem kılmadan bu alana giremezdi, girmemelidir de…
Üniversiteye girişte meslek liseleri ile imam hatiplerin önünü kesen katsayı sorununun 2010’da çözüldüğünü,
Başörtüsü serbestliğinin 2013 sonlarında sağlanabildiğini düşündüğümüzde kapsamlı bir yükseköğretim reformuna toplumsal destek olmaksızın AK Parti’nin girmeyeceği açıktır.
Buna rağmen 2013’te yükseköğretim reformu için çağrılar yaptı. Ancak bu çağrılar başlar başlamaz Gezi Kalkışması, 17-25 Aralık, 15 Temmuz Kalkışması bu çağrıların toplumsal aksinin cılız kalmasına neden oldu.
Rektörleri üniversitede örgütlü klanlara mahkum eden rektör seçim sisteminin 29 Ekim 2016’da değiştirilerek bir süreç başlatılmak istenmişse de süreç devam ettirilemedi.
Eğitim-Bir-Sen’in yapmış olduğu çağrılar, hazırladığı raporlar ise siyasal iktidarda ve üniversite kamuoyunda yeterli refleks üretmedi. Diğer sendikalar da üniversite içi müesses nizamın iktidar araçları tarafından beslendiği için Eğitim-Bir-Sen’in reform çağrılarını akamete uğratan bir söylem geliştirdiler.
Her şeye rağmen Eğitim-Bir-Sen üniversite şubeleri yaptıkları reform çağrıları ile yükseköğretimde reform ihtiyacını gündemde tutmayı başarmıştır.
Yükseköğretim reformunun önündeki bir engel de üniversitenin yüksek düzeyde bilgi ve uzmanlaşmaya dayalı bir alan olduğu varsayımında reform parametrelerinin üniversite içinden üretilmesi gerektiğidir. Halbuki sistemin iç bileşenlerinin böylesi kapsamlı bir reformu öneremeyeceği açıktır.
Bir hakkı teslim etmek, altını çizmek ve özetlemek adına;
Yükseköğretim sistemimiz 2000’li yıllarda gençliği kontrol ve vesayetin aparatı olmak dışında işlevi olmayan tükenmiş bir yapı idi. Hem nitelik hem de erişim sorunu yaşamakta idi. 28 Şubatın travmasını yaşayan AK Parti daha nesnel, daha ölçülebilir ve tartışmasız alana yöneldi. Daha doğrusu yönelmek zorunda idi. AK Parti, tartışmalı nitelik sorununa odaklanma yerine, yükseköğretime erişim problemini çözmeyi önceledi. Doğru bir tercihti ve % 20’ler seviyesindeki yükseköğretime erişimi 10 yılda % 45’ler seviyesine ulaştırdı. Bugün itibarı ile Türkiye, isteyen her yurttaşına yükseköğretim hizmeti verebiliyor. 2003 yılına kadar 53 devlet üniversitesi varken 2003 sonrası açılan 75 yeni devlet üniversitesi ile 132 devlet üniversitemiz oldu. 1982’de 150 Bin üniversite öğrencimiz varken, bugün açıköğretim dahil 9 milyona yakın öğrencimiz var. 1982’de 15-16 Bin akademisyenimiz var iken bugün 190 Bine yakın akademisyenimiz var.
Sonuç olarak yükseköğretime erişimde destansı bir başarıya imza atan Türkiye, yükseköğretimin niteliği noktasında da benzer bir başarıya imza atabilir. Cumhurbaşkanımızın ‘YÖK’ün teşkilat yapısı reforme edilecektir. Yeni Türkiye Yüzyılı yükseköğretim dahil her alanda hayat bulacaktır.’ açıklamasını bu çerçevede okumak gerekir.
Bu reform Yeni Türkiye Yüzyılına nasip olur inşAllah…