Yağmurumuz var!
Yatıp uyumalıyım. Altı aydır güneşi karşılamışım. Altı aydır sabahın o büyülü havasını solumuşum doyasıya. Altı aydır dağıta dağıta toplamaya çalışmışım kendimi.
Konuşmalarımı azalttım. Ki yıllar sonra ilk kez günlerdir kapalı tutmaktayım cep telefonumu.
Mustafa Armağan ya da Turgut Cansever… şehirleri gece gezmeli diyordu… Yok canım!... Şehirleri o mahmur havası içinde, sabahları dolaşmanın daha güzel olduğunu söylemeli birileri…
Bir insanın ağlaması. Gözyaşı. “Öz ağlamaz ise göz ağlamazmış.” Kaç kişiyi ağlattım? Kaç kişi için ağladım?! “Ağlayanlar daha rahat ölür” diyordu duygusal, devrimci bir arkadaş. Ağladığımızda gözlerimiz yıkanır sayılır mı? Gözlerimiz ne kadar kirli? Mahremiyetin en son kalesi evlerimizdeki sabit hırsız televizyonlar dururken… ve günden güne artarken Internet kullanımı gözlerimiz ne kadar temiz kalır acaba… Dağlara çıkmak çare midir? Korkaklık değil midir şehir hayatından uzaklaşıp temiz ve duru kalmak isteği… Ben değil miyim tavuk beslemeyi, domates, biber, maydanoz, nane yetiştirmeyi hayal edip düşleyen. Dalıp dalıp gidiyorum. Durmalıyım. Duruyorum.
Ömrünün büyük bir bölümünü içki içerek geçirmiş olan biri… günün birinde iki dirhem bir çekirdek ve altında güzel bir araba dolaşmaya başlamış… Sormuşlar kendini tanıyanlar… “Hayırdır, piyango mu vurdu?”… “”Yok” demiş, “Piyango falan değil, içtiğim içkilerin şişelerini sattım.”
İnadına başarı demeyeceğim lakin bir yere varmak için muhakkak ama muhakkak istikrar ve sebat sart. Ki Bukowski gibi bir adam bile bir kitabında başarının istikrarda yattığını söylüyor. ( Okuyunca şaşırmıştım. )
Meczupların yani mahallemizin, beldemizin delilerini hep acımayla karışık sevmişimdir. Onların en hoş taraflarının da elbiseleri olduğunu gözlemlerim. Bol, dar, uzun, kısa… üzerlerine tam oturur elbiseleri. Sırıtmaz. Kirden, yağdan ve tozdan kayış gibi olur giysileri. Kir ve yağdan ikinci bir deri oluşur elleri ve yüzlerinde.. Yinede ayna başında saatlerini geçirenlere göre daha estetiktirler. İşin sırrı şuradadır: O deliler/meczuplar/ emekle, istikrarla o giysileri o hale getirmişlerdir. O giysileri o insanlara yakışır kılan istikrardır.
Yememden içmemden keserek / özellikle son beş-altı yıldır/ kitap almaktayım. Oturup saymadım fakat iki-üç bin kitabım var gibi.. Bakarsınız yıllar sonra benden filinta gibi giyinip altımda araba geçerim sokağınızdan.
Ahh. Ne büyük yanılgı. Bu yazdıklarımı okuyanlara tavsiyem şu olsun. Değil üç bin kitap otuz bin kitabınız olsa ne fayda. Tüm maharet kredi kartlarıyla dolu bir cüzdana sahip olmaktır.
Bir yanda küfürbaz Bukowski’yi okurken diğer yanda gece boyu çocukluğuma dönüp yüze yakın balon şişirmesi insanın. Evet, gece boyu balon şişirdim. Dün Ulucanlar civarında bir dükkandan paket halinde balon aldım. Gece şişirip şişirip bağlamaya durdum. Rengarenk balonlarla doldu odam. Gece değil de sabah daha keyifliydi. Balonlarla oynaya oynaya kalktım, tekmeledim, havalandırdım balonları… türkü söyledim, dişlerimi fırçaladım. Ve keyifli bir sigara ile güne başladım.
Görünüşünden kadim bir sarhoş olduğu anlaşılan adam yolumu kesiyor ve soruyor. “Baba, ikiyüzellibinliran var mı?”
“Var ama bana lazım…” diyorum…
“Baba…” diyor…”Yoksa sende mi şarap içeceksin…!”
“Tamam yavrum, meteliğimiz yok ama yağmurumuz var…!!” diyen adam seni seviyorum…