Hasbihal
Günlük yaşantımıza baktığımızda insanlar en çok güvenilir kişilerin azlığından, verilen sözlerin yerine getirilmediğinden bahsediyorlar.
Her Müslüman bilir ki İslam doğruluk demek, emanete sahip çıkmak demek, ahde vefa demek…
Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de
“Ey iman edenler Allah’tan sakınınız ve doğru insanlarla beraber olunuz.”(Tevbe 119)
“Doğru olan erkek ve kadınlara bağışlanma ve büyük mükafat vardır”(Ahzab 35)
“Eğer Allah’a karşı doğru dürüst olsalardı, kesinlikle onlar için daha iyi olurdu”(Muhammed 21)
Peygamber Efendimiz (S.A.V) Müslümanları tarif ederken; “Müslüman o kimsedir ki onun elinden ve dilinden diğer kimseler emindirler. Müslüman insanlarla iyi geçinen ve kendisiyle iyi ilişkiler kurulabilen kimsedir, geçimi iyi olmayan kimseden hayır gelmez” buyurmuşladır.(Ahmet Süneni, 2.cilt. sayfa5400)
Önderimiz Sevgili Peygamber Efendimiz(S.A.V) öyle örnek alınacak bir hayat yaşamıştır ki onunla çok az bir zaman dahi paylaşma imkanı bulanlar kendilerini çok şanslı saymış ve o anları unutamayacakları hatıralar olarak zihinlerine nakşetmişlerdir.
Efendimiz çok vefalıydı. “Abdullah ibn. Ebi Hamsa adında bir genç Allah Rasulü ile alışveriş yapar ve bu genç borçlu kalır. Borcun nerede ve ne zaman ödeneceği konusunda anlaşır, öyle ayrılırlar. Zamanı gelince Peygamber Efendimiz söz verilen yere gelir ve beklemeye başlar. Fakat Abdullah ibn. Ebi Hamsa bu buluşmayı unutur. Kararlaştırılan günden üç gün sonra verdiği sözü hatırlayınca son sürat sözleşilen yere gelir. Orada Peygamber Efendimizin(S.A.V) in onu hala beklemekte olduğunu görür, çok mahcup olur. Allah Rasulü ise O’na sadece “ Ey genç beni zor durumda bırakıp epey meşakkat verdin, 3 gündür ben burada seni bekliyorum” der.
Peygamberimiz çok emindi. Onun peygamberliğini tasdik etmeyenler bile onun eminliğinden şüphe etmez, en kıymetli eşyalarını ona teslim ederlerdi. Ona sen Muhammed-ül Emin’sin derlerdi.
Hicreti esnasında yanında birçok emanet vardı. Evinden ayrılmadan önce onları sahiplerine verin diye Hz. Ali’ye emanet etmişti. O’ da O’nun buyurduğu gibi hepsini sahiplerine iade etmişti.
Allah’ a ve O’nun Rasulü’ne iman eden kimseler olarak bilmeliyiz ki elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, dilimiz, aklımız kısaca Allah’ın bize verdiği her şey bize emanettir. Öyleyse emaneti, emaneti verenin isteği doğrultusunda kullanmak her müslümanın görevi olmalıdır. O halde her Müslüman konumuna göre kendisini hesaba çekmeli, özeleştirisini yapmalı, önce işe kendisinden başlamalıdır. Demesi gerekir ki “ben ne kadar eminim ve bana emanet edilene, emanetime ne kadar sahip çıkabiliyorum.”
Osmanlının altı asır Dünya’ya hükmetmesi emanetlerin emin ellerde olmasıyla mümkün olmuştur. Osmanlı Sultanları başta olmak üzere kendisine emanet teslim edilenler, zaman zaman kıyafet değiştirir, halkın içine girer ahalinin nabzını tutar, kendilerinden ne kadar emin olup olmadıklarını kontrol ederlerdi. Toplumun kendilerine Allah’ın emaneti olduğunu onlardan yana Allah’a hesap vereceklerini düşünür, günlerce uyumazlardı. Çünkü onlar Allah’ı ve Rasulünü çok sevdiler. Allahın Rasulünü örnek aldılar. Yaşattıkları asırlar tarihin altın sayfalarında yer aldı. Asırları asr-ı saadet oldu.
Onların torunları olan bizler de ecdadımıza layık olmaya çalışmalı, yeniden kendine güvenen ve kendisine güvenilen emin insanlar olmalıyız ki mutlu geleceğinden ümitli bir toplum olabilelim.
Unutmayalım ki birbirinden emin insanların oluşturduğu toplulukta, güven vardır, dayanışma vardır, birlik vardır. Birliğin olduğu yerde de dirlik vardır. Birlik hayat, ayrılık ölümdür.
Bilmeliyiz ki dinimizin bütün esasları insanlar arasında birliğin, kardeşliğin güvenin tesis edilmesini sağlamaktır. Dinini öğrenmek ve öğretmek, yaşamak ve yaşatmak her müslümanın gücü ölçüsünde vazifesidir.
Allah’ın selamı üzerinize olsun…