Yazı ve hüzün
Niye otel odaları onca şatafatına rağmen hüzün getirir bize... Ve niye ülkemin tuvaletleri bu kadar pis olur?
Her şeyi ve her yeri insan güzelleştirir bilirim de bir kadın niye zamansız ve yersiz. Ve elindeki gücü biz erkeklerin aleyhine bilerek kullanarak üzer bizi.
Geriye dönmeyecek bakışlara mı bırakılmalıdır bakışlar? Kendi kendimize kaldığımızda hesap verebiliyor isek Rabbin huzurunda da hesap vermemiz kolay olmayacak mıdır? Ahde vefa nedir? Dostluk nedir? Sevmek nedir? Sevilmek için mi varız yoksa Özdemir Asaf'ın dediği gibi ''Sevenler Kampına'' mı katılmamız mı gerekiyor?
Orhan Pamuk ''Benim Adım Kırmızı'' isimli kitabında. Kitaplar insanın mutsuzluğuna teselli sandığımız bir derinlik katar yalnızca...'' demekte neden? Gecenin on ikisinde de olsa kar ve yağmurda Sakarya’da Bulvar'a çıkıp sevdiğim insanlarla turlamak, bana acı verecek olsa da can dostum Metin' in mezarına gidip ağlamak, halay çekmek, belirli organizasyonlara katılmak ve bunları organize etmek, o yıllardır bildiğim börekçide bir sabah peynirli böreğimi yemek ve bütün vücudum, bütün düşüncelerim ve bütün deliliklerim ile Allah'a asi olmadan yaşamak istiyorum.
Dünyayı cennet kabul etmemişsem de yaşanan her günü sıkıntı çekilecek ve düzen denilen ''aşağılık'' formüle uyarak yaşamak istemiyorum…
Bir cenaze evinde sabahlamak, bir düğün yemeğinin servisini yapmak ve yüksek sesle şarkı söylemek istiyorum... En son ne zaman bir yusufçuk kuşu havalandı yüreğimizden? Onca yazmak istiyor olmama rağmen şimdilik alıntılara sığınıyorum nedendir? Sözlerimi bitirdim mi yoksa? Yeni kelimeleri nerden bulacağım. Yoksa tekrar tekrar aynı şeylerimi kaleme alacağım... Ağrı. Gece 01.00 de... Ve ayaz da üşüyen çocuk kendini yazmamı mı beklemiyor mu? Delikanlılığımızı hafife alan zarftan yola çıkarak zehir ettiğimiz düğün hesap sormayacak mı benden? Elini tutmaktan imtina ettiğim ''sevgili'' niye ve neden el oldu... ve onun yüzünden terk ettiğim şehir bana küstü mü yoksa? Deprem sesleri geliyor kulağıma... Ellerim kalkmıyor... Ağlayamıyorum bile... Ve kadim dostum Metin geri gelecek ve hadi top oynamaya gitmeyecek miyiz demeyecek mi artık bana...
Bir daha delikanlı olmayacak mıyım yoksa?
Bu beden bu deli ve uçarı gönlü daha ne kadar taşıyacak. Yorulmayacak mı?
Akıbeti meçhul bir ölüme mi sürmekteyim atımı?
Hüzün elbisesini niye bu kadar sevmekteyim?
Memduh Şevket Esendal hikâyelerinde niye beni anlatıyor?
Niyedir ucuzlukta bonkör... Kalitede cimri bu kadar insanlar.
Bir anne sıcaklığı hiç bir şey de yok ve ben annemin o yorgun... o damarları çıkmış... O sıcak ellerinin başımı okşamasını arıyorum...
Gecenin zifiri karanlığında beni Yalova'da arabasına alan bir garip kamyoncu düşüyor aklıma. Mert. Kalender. Ve güngörmüş. Benim gibi nicelerini taşımıştır kim bilir...
Bir Bolu gecesinde arabama aldığım yaşlı karı-kocanın evlerine gidene kadar on yere uğramaları ve iner iken yüzlerindeki tebessüm yüreğime su serpiyor...
O çocukluğumun ilk yıllarında simit sattığım hasır sepet nerde şimdi?
Çiğbörek satan o Hacı Amca yaşıyor mudur?
Abdullah, Serpil ve Emine Ablam ile sabahlara uzanan sohbetler yapacak mıyız yeniden.
Her sıkıntıda sığındığım sigara bitmediğine göre. Sıkıntılar da bitmeyecek mi?
Yazıyor olmam... Ağlıyor olmamın bir başka şekli midir yoksa?
İnadına... Ve her günü yeni bir fırsat bilip... Gönül kırmadan yaşamanın yolunu bulacağım muhakkak...