Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal VERİ ENFLASYONU

VERİ ENFLASYONU

Görsel ve yazılı iletişim araçlarının hayatımızın her aşamasına girmesi, herkesin her şeyden haberi olması adına olumlu bir gelişme olarak düşünülmesine rağmen haberlerin çok farklı kaynaklardan farklı şekillerde yansıtılması, veriler hakkında şüpheli gözle bakılmasına ve bilgi kirliliğine yol açmaktadır. Bu gelişmeler ekonomiyle ilgili ve küreselleşme olgusuyla ülkelerin mali piyasaları başta olmak üzere üretim ekonomilerinin birbiriyle iç içe geçmesi sonucuyla birleşince, konu çok daha önemli hale gelmektedir. Piyasa aktörleri kendilerine göre olumlu veya olumsuz olarak algıladıkları veriler üzerine yorumlar yapıp, satın alma ya da satma gibi eylemlere girişerek reel ekonomi ve finansal araçların fiyatlarında önemli değişikliklere neden olmaktadır. Bu durum ülkelerin önce yerel sonra ise uluslararası piyasalarında bir dalga etkisi meydana getirmekte ve tüm ülkeleri etkisi altına almaktadır. Günümüzde söz konusu etkilenmelerden kaçınma imkânı neredeyse imkânsızdır, hele bu konuda kurumsal olmayan küçük tasarruf sahipleri çok daha savunmasız durumdadırlar, çünkü sürekli medya iletişim araçlarının, internet üzerinden servis edilen haber ve yorumların taarruzu altında, tabir yerindeyse dişinden tırnağından keserek biriktirdiği küçük tasarrufları nerede daha iyi değerlendirebilirim telaşı içerisinde, sürü psikolojisiyle koşuşturmaktadırlar. Dünyamızın küçülüp büyük bir köy haline geldiği günümüzde özellikle finansal araçların açıklanan her türlü veriye göre volatilitesinin yüksekliği ve eninde sonunda reel ekonomiye olan yansımaları dünya ekonomisini sürekli diken üstünde bırakmaktadır. Sonrası FED, ECB, IMF, Dünya Bankası, Japonya, Çin, Almanya, İngiltere gibi küresel ekonominin önde gelen kuruluşları ve ülkelerinin raporları, verileri, açıklamaları sonucu ortaya çıkan değişmeler ve gelişmeler birbirini takip etmektedir.

          Yıllık, aylık, haftalık, günlük ekonomik verilerin açıklanması tüm ülkeler için devam edeceğine ve bunların tamamının muntazam bir şekilde takip edilmesi özellikle küçük yatırımcılar için zor hatta imkansız olduğuna göre, yapılması gereken her ülkenin ekonomisini üretim odaklı temel üzerine dizayn edip, daha sonra finansal sektörü geliştirecek reformlar yapılması yoluna gitmelidir. Bir ülkenin ekonomisi kırılgan bir yapı arz etmiyorsa yani; cari açığı yok veya düşük, dış ticaret hacmi fazla ve ihracatın ithalatı karşılama oranı yüksek, borç stoku ve kamu açığının Gayri Safi Milli Hasılaya oranı Maastricht kriterlerini sağlamış, Merkez Bankaları siyasetin güdümüne girmeden ama ekonomilerin gereğine göre para politikalarını uygulamış, enflasyon oranı  %2-%3’ler, işsizlik oranı %5’ler düzeyine inmiş, ithalata bağımlı ihracat kaynaklı büyüme paradoksundan kendisini kurtarmayı başarmış, üretim ekonomisini çeşitlendirip petrol, doğal gaz, emtia gibi kaynaklara dayama kolaycılığı yanlışına düşmemiş, kamu ve özel sektör olarak AR-GE’ye yatırımın önemini kavrayıp ileri teknolojiye yatırım yapan sektör ve firmaları desteklemiş, ilköğretimden lisans üstü eğitime kadar olan aşamaları günümüz modern koşullarına göre programlamış, evrensel hukuk ve insan hakları normlarını objektif, tarafsız şekilde ülke genelinde uygulamasını sağlamış ise, FED, ECB, IMF gibi uluslararası kurumlarla, dünya ticaretinde önemli pay sahibi olan ABD, Almanya, Japonya, Çin gibi ülkelerin reel ekonomi ve mali sektörleriyle ilgili verilerinin papatya falı bir iyi, bir kötü sonuçlarına karşı dayanıklılığı daha sağlam olacaktır. Böyle ülkeler, küresel ve ülke içinden kaynaklanan olası ekonomi temelli toplam arz ve toplam talep şoklarıyla siyasi merkezli krizlere karşı direnç gösterip, en az hasarla ve kısa zamanda çıkmayı başaracaklardır.

          Yakın zamanda petrol ve türevleri, emtia fiyatlarındaki hızlı aynı zamanda aşağı yönlü değişmelerle borsa endekslerindeki hareketler her ekonomiyi kuşkusuz tedirgin ediyor. Ancak bu değişmelerden örneğin Almanya’nın etkilenmesiyle gelişmekte olan ülkelerden biri olarak ülkemiz ekonomisine olan yansımaları aynı olmasa gerek. Burada önemli olan sosyal moral açısından ülkemizi üst seviyede tutup, toplumsal birliktelik ve huzuru tesis ettikten sonra, orta ve uzun vadede ekonomimizi üretim merkezli, AR-GE temelli ve yüksek verimli şekilde işletecek sistemi kurmaktır. Bunu sağlayan bir TÜRKİYE’nin hem küresel hem de iç kaynaklı ortaya çıkacak her türlü iktisadi, sosyal sorunlara ve verilere karşı endişeye kapılmasına gerek yoktur. Yeter ki bunu başaralım, o zaman ülke olarak odaklandığımız psikolojik yıllardaki hedeflerimize ulaşabiliriz.

 

          Soru: Nominal gelir, reel gelirden büyük olabilir mi? Neden?...

          Sözün Gözü: Kalp gidiyor Mersine, Söz gidiyor tersine.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal Arşivi