Vakit Geçer Dostluk Asla
“Dost ol da dostu gör” demiş Pir… Onun, bu çağlar ötesi nasihatiyle Şeb-i Arus etkinlikleri müsemma bulmuş. Sekizinci asır onun ölümünden geçen ve bunca yıl sonra bile onun dostluğuna hayran, onun dostluğuna vefalı ne çok insan buluşuyor yolunda.
Mevlânâ Celaleddin için tüm hayatını “dosta vefa” üzerine tesis etti desek mübalağa etmiş olmayız. Onun insana verdiği değer, insana duyduğu hürmet dostluğunun temeli olmuş ve sevdiklerine “aşk” ile bağlanması dost olmanın kapısını inşa etmiştir.
Kadim ve köklü mazimizde hele hele ki İslam’la tanıştıktan sonra dostluk, arkadaşlık, yarenlik, yoldaşlık gibi pek çok vasfımız parladı, zenginleşti ve derinlik kazandı. Tarihimizin pek çok sayfasında buna dair sağlam ve ibretlik örnekler bulmak mümkün.
Dostluk dediğiniz kalbi bir bağdır ve kardeşlik dediğimiz ilişkinin kan bağı olmadan inşa edilişidir. Kaldı ki sosyal bir varlık olan insan öyle ya da böyle diğer insanlarla bir arada yaşamak durumunda ve bu birliktelik sonucu diğer insanlarla cemiyetin içindeyiz. İletişime girdiğimiz insanların kimiyle geçici kimiyle zorunlu kimiyle de gönüllü zamanlar geçiririz. İşte bu gönüllü ve isteyerek vakit geçirdiğimiz kişiler çoğunlukla dostluk kurduklarımızdır.
Dosta sırrını açarsın, dostunla güler dostunla derdini paylaşırsın. Yol onunla güzelleşir, zahmetler onunla kolaylaşır. Sohbet dostla demlenir, meclis dostlarla neşelenir. Güvenmek hissi dost olduğunda güç bulur, emanetin ondadır, böldüğün ekmeğin yarısı onda. Nitekim aynandır senin, sen onun aynası. Onda seni görenler sende onu bulmalılar. “Dostum, ben senim, sen de bensin, kendini bırakıp gitme kendinden” diye haykıran Pir, yıllar öncesinden çiziyordu çerçeveyi dostluk için.
Sahtesi olmaz dostluğun, olursa dostluk değildir zaten o. Sahici dostluğun nişanesi hakikatin ve sevginin, muhabbet ve hürmetin filizlenmesi değildir de nedir? Demiyor mu Rumi; “Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.”
Kendin gibi görmekse dostunu, dostunda var olmalısın. Şüphe duymadan ve hesaba vurmadan dostuna itimat edebilmenin ferahlığı ve huzuruna kavuşanlara ne mutlu.
Dostunu arzu eder insan, kâh gam vaktinde kâh sürur deminde. Kimi insanların sesi, kiminin gülüşü, kiminin sözü şifadır da dostun varlığı şifadır gönle. Çağırsan gelenler olur elbette lakin dost olan çağırmadan da gelir, geleceği vakti bilir, ne kadar kalacağını bilir. Hangi halde olursanız olun geleceğini bildiğiniz dostlar dünyanın malıyla mülküyle elde edilemez. “Mecnun değilim dost; lakin çağırırsan çöllere gelirim!” diyen Pir, dostluk vaktini dostça taçlandırmış nitekim.
Hak yolunda Allah dostu kulların varlığıyla ümit varız. Onları rahmeti ve bereketi ile kuşatan Hak, kendi yolunda dost olup yürüyenlerin hatırına yola düşecek olanlara yardım ediyordur kim bilir. Sahi yola düşmek yolcu varsa mümkündür nitekim. Her yola da herkesle çıkılmaz ki azizim, dost olacak ki yoldaşın olsun. Yolun eziyet ve meşakkatlerine karşı dostunla sabır ve metanet gösterebilirsin.
Hasret çekilen pek çok şey vardır da dostun hasretliği başka bir zordur azizim. Onun özlemi diğerlerinden başkadır, dedik ya “dost sensin, sen osun” diye. Kendinden bir parçayı özlemek gibidir dostun hasretliği. Öyle diyordu Pir; “Geldi başımın sarhoşluğu; geldi gözümün ışığı. Bir başka şey istiyorsan, geldi o bir başka şeyim.” Onun Tebrizi’ye, Şems’ine olan dostluğu, yazısına, şiirine, sözüne nasıl da yansımış ve hayatını nasıl da değiştirmiş idi.
Çağın tüm sahteliklerine, modern zamanların bütün kandırmacalarına rağmen hakiki dostluklar aramalı gönüller. Kendine yabancılaşan insan dostları sayesinde çıkacaktır sığlaşan ilişkilerin karanlığından. Birlikte susabileceği dostları olmalı insanın, vakti bereketlendirecek dostlar. Çağırmadan gelecek, gelmediğinde özleyecek, çıkarsız hesapsız vakitler gözetecek dostlar olmalı.