Üretim olmadan asla
2016 yılının sonuna yaklaşılıp zaman daraldıkça FED’in faiz artırımına gidip gitmemesiyle ilgili görüşlerin yoğunlaşması, küresel ölçekte ekonominin nabzının daha hızlı atmasına yetti. Gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin tamamına yakını, kendine göre ekonomik sorunlarını çözmek için var gücüyle mücadelelerini sürdürmektedirler. Bunların arasındaki gelişmekte olan ülkeler grubu ve bu gelişmekte olan ülkeler içindeki özellikle cari açık veren, gelirlerinin önemli bir kısmını sadece petrol ve doğal gaz başta olmak üzere emtia ürünlerinin (bakır, kurşun, altın, gümüş, platin, demir, kahve, buğday vb.) satışından sağlayıp, emtia ürünlerinin fiyatlarının devamlı yüksek olacağını ve bir gün istikrarsızlığa sürüklenerek düşebileceğini hiç akıllarına getirmeyen, orta düzeyde teknolojik mal üretme ve çeşitlendirme kapasitesine ulaşamayan ülkeler için, kalan son çeyrek çok daha derin anlamlar ifade etmektedir. Arap ülkeleri başta olmak üzere petrol ve diğer emtia satışından yüksek kazançlar elde ederek, üretim ve çalışma kültüründen uzak, fakat üst düzey hayat standartlarında yaşayanların, bu ürünlerin fiyatlarındaki düşüklük nedeniyle azalan gelirlerini eski düzeylerine getirmeleri için uzun bir zamanın geçmesi gerekmektedir. İnsanın doğası gereği yüksek gelire dayalı hayat sürenlerin gelirleri düşse bile, kolaylıkla yaşam alışkanlıklarını azaltmaları kolay değildir. Bu durumdaki gelişmekte olan ülkeler, azalan milli gelirleri ile kısa dönemde düşürülemeyen yaşam kalitesinin gereği olan ihtiyaçların giderilmesi için yapılması gerekli harcamalar nedeniyle ortaya çıkan farkın, bir şekilde karşılanması ve otonom yatırımların yapılması için dış borçlanmaya gitmek zorundadırlar. FED yetkilileri, dünya ekonomisinin genel olarak durgunluk sürecine girmesinin sonucuna birebir bağlı olarak, petrol başta olmak üzere emtia ürünlerinin fiyatlarındaki artış trendinin ivme kaybedeceğini ve istikrarsızlığın devam edeceğini düşündüklerinden, faiz artırımına ne zaman gidecekleri konusunda ince eleyip sık dokuma gibi bir politika izlemektedirler. FED faiz artırımına ne zaman geçeceklerine karar vermek için, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik durumlarını mercek altına alırken, ABD ekonomisinin verilerini de dikkatle analiz ederek maksim yararın zirve yapacağına inandıkları en doğru zamanı gözetlemektedirler. Kasım ayında yapılacak ABD başkanlık seçimleri nedeniyle, faiz artırım politikası uygulanmasına Aralık toplantısında karar verileceği anlaşılmaktadır. Çünkü demokrat aday H. Clinton’ın seçimi kazanmasının ve ABD halkının Trump kumarını oynamasının beklenmediği bir ortamda, seçim sonucunu etkileyebilecek faiz artırımı gibi kararların verilmesi oldukça düşük ihtimaldir. Ama değişmeyen bir gerçek vardır ki, o da FED’in bir gün gelip faiz artırımına gideceği, emtia gelirleri GSMH’larının çok büyük oranını teşkil eden ve teknoloji ağırlıklı üretim seviyesine çıkamayıp üstelik üretim yelpazesini de çeşitlendiremeyen gelişmekte olan ülkelerin acı şurubu içmek zorunda kalacaklarıdır. Bundan dolayı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler bir an önce orta ve ileri teknoloji mallar üretip, küresel arenada pazarlama aşmasına geçmeyi başarmalıdır. Değilse salt bol ve bol olduğu için de ucuz yurt dışı kaynaklara dayanarak kalıcı, istikrarlı ve sürdürülebilir büyümenin sağlanması olanaksızdır. Üretim odaklı temele üzerinde yükselmeyen her ülke, ulusal ve küresel ekonomik krizlere kolaylıkla yakalanacağı gibi, ciddi derecede etkilenmeleri de kaçınılmazdır. İnşaat, tüketim ve otonom kamu yatırımları ile gelişmeye çalışan ve özellikle imalat sanayi üretimine dayanmayan hiçbir ekonomi uzun dönemde istikrarı ve kalıcı büyüme trendini yakalayamaz.
Türkiye özelinde tüm gelişmekte olan ülkelerin açmazı, göreceli teknolojik üretimin ortaya çıkması için gerekli eğitim, AR-GE yatırımları, teşvik, vergi, istihdam, dış ticaret politikalarını uygulamaya koymayı ve bunları demokrasi büyük parantezine almayı ıskalamalarından kaynaklanmaktadır. Ekonominin çoğunluğuna üretimin hakim olmadığı, emtia, hisse senedi, altın, faiz ve kur gibi finans sektörü araçlarıyla kalıcı sorunlara geçici, pansuman önlemlerle çare bulmaya çalışan ülkelerin krizlerden kurtulmaları mümkün değildir. 2002-2015 dönemi ortalama büyüme oranı %4.6, cumhuriyet dönemi ortalaması 4,9 iken 2016 yılı beklenti oranı %3,5’dir. Yani Türkiye yapılan otonom yatırımlara, on beş yıldır tek başına bir iktidar partisi tarafından başarılı sayılabilecek performansla yönetilmesine ve sağlık, altyapı gibi alanlarda önemli mesafeler kat etmesine rağmen, %5 olarak kabul edilen potansiyel büyüme oranına bile ulaşamaması düşündürücüdür. Yıllardır iktidar partisinin ekonomi politikalarını üretim merkezli yapıya dönüştürememesi, yapıldığı anda ekonomik hareketliliği sağlayan ama bittikten sonra ölü yatırım özelliği gösteren inşaat sektörünün orantısız şekilde öne çıkması, ekonominin tüketim, kamu yatırımları ve finansal araçlarla dizayn edilip istikrarlı büyüyeceğinin beklenmesi yanlışına düşülmesi, Türkiye olarak çektiğimiz tüm sorunların başlıca sebebidir. Bir an önce mali araçlar, inşaat, kamu yatırımları ve tüketimi merkezine koyan, gerçekleşme ihtimali de sıfır olup nispi olarak üretimi dışlayan yöntemlerle, kendimize özgü kalıcı ekonomik büyüme sağlamaya çalışmak gibi yanlışlardan dönüp, yüksek teknolojiye dayanan üretim yapısını sağlayacak ekonomik, siyasi ve toplumsal politika uygulamalarına eşanlı olarak başlamalıyız. İktisat tarihi, dünya pazarlarında fiyat ve kalite açısından rekabet edebilecek nitelikte mal üretip satmayı başarmadan, ekonomisi gelişmiş bir ülkeyi yazmamıştır.
Soru: Her üretim artışı işsizliği azaltır mı? Neden?
Sözün Gözü: İnsanlar ikiye ayrılır, onurlu olanlar ve onurlu olmayanlar.