Musab Seyithan
Musab Seyithan Suriye’den gelen görüntüler ve itiraflar insanlığımızdan utandırıyor

Suriye’den gelen görüntüler ve itiraflar insanlığımızdan utandırıyor

Yüce Allah, Hayat kitabımızda insanoğlunun karakteristiğini değişik ayetlerde şöyle sıralamaktadır:

​“Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.” (33/Ahzâb:72)

“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (14/İbrahim:34)

“İnsan, hayrın gelmesine dua ettiği gibi kötülüğün gelmesine de dua eder. İnsan pek acelecidir.” (17/İsra:11)

“İnsanoğlu gerçekten cimri yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Kendisine imkân dokunduğunda pinti kesilir.” (70/Mearic:19-21)

“İnsana fücuru/kötülük duygusunu da, takvayı/sakınıp iyi olmayıda ilham ettik” (91/Şems:8)

“Biz insanı en mükemmel surette yarattık, sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük. Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen ve tükenmeyen bir mükâfat vardır.” (95/Tin:4-6)

Ayetlerden anlaşılmaktadır ki, Allah insanı sınırsız hayra da şerrede yetenekli bir şekilde kodlayarak yaratmıştır. İnsan bu yeteneklerini iman, ibadet ve güzel ahlakla terbiye ederse âlây-ı illiyine/yücelerin yücesine çıkar, yok küfür ve günah ile çürütürse o zaman da esfel-i sâfilîne/aşağıların aşağısına düşer.

İşte insanı zalim ve kendine tapacak kadar bencil yapan şey, küfür ve günah kodlarını işleterek şer kabiliyetini devreye sokmasıdır. Bu yüzden Kuran; insanın iman, salih amel ve ahlakkodlarını devreye sokarak hareket ettiğinde, "ahsen-i takvime" yani “en güzel kıvama” eriştiğini belirtiyor. Aksi durumda yani küfür ve günah kodlarıyla hareket ettiğinde de "zalim ve cahil" diye niteliyor.

Dolayısıyla insanın fıtratı bir tarla gibidir. Allah bu tarlaya birçok hikmetin tahakkuku için hayır ve şer tohumlarını beraber ekmiştir. İnsan, fıtrat itibari ile hayra da şerre de kabiliyetli olarak yaratılmıştır. Bu hayır ve şer tohumlarının gelişmesi ve tamamlanmasının seçimini ise insanın kendi tercihine bırakmıştır. Yani insan, fıtratına ekilmiş olan bu hayır ve şer tohumlarından birisine güç verip onu geliştirebilir. Seçim insanda olmasından dolayı, sorumluluk da insana aittir. Bu seçimine göre de ya cenneti veya cehennemi hak eder.

İşte Suriye’den gelen ve bütün dünyanın seyrettiği görüntüler ve itiraf videoları diktatör, zalim ve kâfir Esed rejiminin geride, bizleri insanlığımızdan utandıran esfel-i safilinlik eylemlerbıraktığını göstermektedir. Bu zalimin yönetim kadrosu, kendinde mevcut olan “yırtıcılık” sıfatını azgınlaştırmış bir şekilde devreye koyup, kodlarında ne kadar zalimlik, canilik, canavarlık ve ihtiras mevcutsa hepsini sahaya sürerek insanlıktan utandıracak manzaralar ortaya koymuştur. Ben şimdi sayısız itiraflardan biri olan ve dinlerken kanımı donduran, Mardinli Hasip Özel’in yaşadıklarından kısaca bahsedeceğim.

Bu kardeşimiz 1993 yılında Türkiye’de liseyi bitirdikten sonra Arapça ve İslamî ilimleri öğrenmek için Şam’a gider. Arapçayı öğrenir, İlahiyat fakültesini de bitirir. Ayrıca Eczacılık fakültesini bitirerek eczacı da olur. 1999 yılında hem ikametini yenilemek hem de özlemiş olduğu vatanına/Türkiye’ye izine gelmek ister. Pasaport dairesine gidince bunu tutuklarlar. “Ben, normal bir prosedürolabilir, bazıları tutuklanıp bırakılabiliyorlar. Benimkisi de öyle bir şey olabilir” dedim diyen Hasip kardeşimiz; “Baktım ki iş ciddi. Beni Şam merkezde siyasi şubeye götürdüler ve soyundurup işkenceye başladılar. “Niye böyle yapıyorsunuz? Anlamıyorum” deyince “Sen biliyorsun” dediler. “Vallahi bilmiyorum” dememe rağmen 15 gün ayaklarıma, kulaklarıma elektrik vererek ağzımdan, burnumdan kan gelene kadar işkence ettiler ve “Suçum nedir? dedikçe “Sen biliyorsun” diyerek hep aynı cümleyi söylediler. On beş gün sonra “Suçumu öğrenmek istiyorum” diye ısrar etmem üzerine; “Sen Suriye rejimi ile ilgili ne düşünüyorsun?” dediler. Ben de; “Ben buraya ilim öğrenmek için geldim. Sizin misafirinizim. Hiç bir siyasi faaliyet içinde bulunmadan okullarımı bitirdim” dedim. “Hayır, senin Müslüman Kardeşler teşkilatı ile ilişkin nedir? Onlarla irtibatını anlat” dediler. Ben de “Benim hiçbir örgütle ilişkim yok. Onları tanımam” dememe rağmen yedi buçuk ay, günde dört-beş kere işkence ile itiraf ettirmeye çalıştılar. Basın Yayında okuyan Muhammed Sıddık adında bir arkadaşımı getirdiler ve “Bunun hakkında şahitlik yapacaksın. Evinde bomba olduğunu söyleyeceksin” dediler. Fakat “Ben asla yalan söyleyemem, böyle bir şey görmedim” dedim. Ama üç sene bana Şam siyasi şubenin iki kat altında işkence ettiler. Bu üç yıl içinde çeşitli kişileri getirdiler ve onlar aleyhine şahitlik yapmamı ve imza atmamı istediler. Ben de “Kimseye iftira edemem” dedim, imza atmadım. Sonunda nişanlımı getirdiler. “Ya bunları imzalarsın ya da nişanlına gözünün önünde tecavüz edeceğiz” dediler. O anda dünyam karardı. “Tamam, ne diyorsanız yapacağım, ne kadar suç isnat ediyorsanız imzalayacağım” dedim. “Şimdi oldu” dediler. Yüzden fazla evrak imzaladım…

Sonra beni Tedmur denilen başka bir hapishaneye götürdüler. Bir yıla yakın kaldığım bu hapishane, en ağır işkencelerin yapıldığı yerdi. Küçücük bir odada elli kişi kalıyorduk. Tepemizde bir delik vardı oradan bize soğuk su döküyorlardı. On iki saat gözümüzde maske sırt üstü yaş yerde yatırıyorlardı ve her gün 5 veya 6 kişi ölüyordu. Pazartesi ve Perşembe günleri de idam günleriydi. Avluda idam ediyorlardı. Herkes ölüm istiyordu ama nasip olan ölüyordu. Orada Müslüman Kardeşler teşkilatına mensup iki bin kişi presten geçirildi. Bazı tutuklulara fare vererek “Bunu yiyeceksin” diyorlardı. O da bir parçasını koparıp yiyor sonra “Tamam yeter” deyip kalan parçasını alıyorlardı. Bazen yemeklerimize fare koyuyorlar ve bunları yiyeceksiniz diyorlardı. Yemeklerimize küçük abdestlerini yapıp yediriyorlardı…

Bir defasında bir arkadaş getirdiler, çok üzgündü. “Ağabey niye üzgünsün?” dedim. “Şubede kızımı getirdiler, ilişkiye gireceksin dediler. Ben yapmayınca kızıma gözümün önünde tecavüz ettiler” dedi. Hemen her gün en az on tane böyle olayları dinliyor veya şahit oluyorduk.

Bir yılın sonunda beni buradan alarak Sednaya cezaevine götürdüler. Bugün dünya basınında yer alan bu hapishane, benim bir yıl kaldığım Tedmur cezaevine göre beş yıldızlı bir otel gibiydi. İki yüz bin kişinin presten geçirildiği Sednaya nasıl vahşetse, Tedmur cezaevi ondan bin kat daha vahşetti. Sednayacezaevinde vedia denen bir bölüm vardı. Suçsuz kabul ettiklerini buraya atıyorlardı ki, belki arkasından bir suçu çıkabilir diye 25 sene bekletiyorlardı ve sonunda çıkarırken de “Kusura bakma seni biraz geciktirdik” diyorlardı.

Kimin evinde Seyit Kutub’un “Fîzilali’l Kur’an” adlı tefsir kitabı bulunmuşsa 25 yıl, Enfal ve Tevbe suresini bilenler -bu surelerde cihad anlatıldığı için- her bir sureye 10 yıl olmak üzere toplam 20 yıl, “Niye seçim olmuyor? diyenler 7 yıl yatıyordu.Binlerce böyle durumlara şahit oldum...

Tam on sene cezaevinde kaldım. Babam defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ve Türkiye İnsan hakları teşkilatına “Oğlum kayıptır” başvurusunda bulundu. O zaman Tayyip ErdoğanBaşbakandı. Onların gayretleri ve Allah’ın lütfuyla 10 yıl sonrakurtuldum. Eğer çıkmasaydım şimdiye kadar ya ölmüştüm veya 37 yıl sonra hapishanelerin boşaltıldığı şimdilerde çıkmış olurdum.”

Evet, yüzbinlerce yaşanmış işkence serüvenleri böyle veya daha vahim. İnsan, insanî değerlerini kaybederek yırtıcılık vasfını ve şer kodlarını sahaya sürünce, en vahşi hayvanlara taş çıkartan olayları işte böyle sahnelemektedir. Artık erdemliler ve insanlığını kaybetmeyen vicdan sahipleri, vicdanlarının sesini dinleyerek yahudi güdümündeki Birleşmiş milletleri lağvedip yeni bir Birleşmiş Milletler teşkilatı kurarak olaylara el atmalı, dünya biraz sulh ve sükûnet yüzü görmelidir.

“Suriye’deki cezaevlerini gördükten sonra İsrail’i düşünemiyorum. Geceleri nasıl uyuyorsunuz? Acilen bir heyet oluşturulmalı ve İsrail’in cezaevlerinde tuttuğu mahkûmları da araştırmalıdır” diyen İtalya Başbakanı Giorgia Meloni gibi vicdan sahipleri ayağa kalkmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi