Stratejik Müttefik mi, Emperyalist Düşman mı?
Son iki günde oniki şehit verdik. Irak'ın Kuzeyinde her ne kadar terör örgütü tarafından gerçekleştirilen saldırılarda şehit verdiğimiz gözüküyor olsa bile ite değil sahibine bakmak gerekiyor. Zira saldırıların yapılmış olduğu silahların üzerinde ABD, İsveç, Fransa yazıyor. Gece görüş dürbünleri, termal kameralar, ABD özel kuvvetlerinin kullandığı saldırı silahları bir terör örgütü tarafından kullanılıyor. Türkiye'ye ücreti mukabilinde vermemek için ambargo kararı alınan silahlar, Türkiye'nin savaşmış olduğu bir terör örgütüne elinde bu denli fazla bulunuyorsa yeniden bir durup düşünmek gerekiyor. Terör örgütünün elinde menşe-i; Türkiye'nin müttefik diye görmüş olduğu ülkeler olan ihalar, bomba atar dronlar var. Terör örgütü artık drone kullanıyor. Lazer veya radyo sinyali güdümlü tanksavar silahları, sese duyarlı veya kodlanmış sinyallerle harekete geçebilen çoklu ateşlemeli patlayıcı düzenekleri, kızılötesi gece görüş sistemleri gibi silah ve techizatın son 48 saat içerisindeki saldırılarda kullanıldığı güvenlik uzmanlarınca ifade ediliyor. Terör örgütünün bu denli teknolojik silahlarla saldırıyor olabilmesi ciddi anlamda düşündürücüdür.
Diğer bir taraftan bu saldırıların zamanlaması da dikkat çekici. Türkiye'nin, İsrail-Hamas çatışmasında Filistin'in yanında yer alması, duruşunu dünya kamuoyuna açıkça deklare etmesi, Doğu Akdeniz'de kendi hak ve menfaatlerini koruması, Adalar Denizi'nde Yunanistan'a karşı elde edilen moral ve inkar edilemez fiziki üstünlük, Suriye'nin kuzeyinde 30 kilometrelik hat boyunca kurulan daimi güvenlik bölgesi ve bu bölge üzerinden emperyalist hedeflerini gerçekleştirmek isteyenlerin hedeflerini boşa düşürülmesi elbette ki emperyalist güçlerin maşası olan terör örgütünü harekete geçirecekti. Çünkü maşa'yı tutan el ciddi anlamda Ortadoğu üzerindeki planlarından uzaklaşıyor veya hedeflemiş olduğu takvim doğrultusunda hareket edemiyor, hedeflerini gerçekleştiremiyordu. Son 48 saatte oniki vatan evladının toprağa düşmesine şehit olmasına sebep olan ve ileri derece teknolojik silahlar kullanıldığı güvenlik uzmanlarınca ifade edilen bu saldırıların faturası Türkiye tarafından maşayı yok etmek şeklinde kesilmekle beraber asıl yaptırımın maşayı tutan ellere yapılması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. "Çoktan çok, azdan az gider!" kaidesi gereğince bu saatten sonra yapılması gereken İsveç'in NATO üyeliğini bir daha görüşülmemek üzere askıya almak olacaktır. Diğer taraftan stratejik ortak yalanıyla Türkiye'yi oyalamaya, kandırmaya devam eden ABD'ye; Kürecik olabilir, İncirlik olabilir ama üslerini kapatmak ya da işlevsiz hale getirmek veya ekonomik anlamda zarar verebilecek bir takım uluslararası ekonomik, mali farklı antlaşmalar yapmak suretiyle "iti öldürmektense korkutmak iyidir" kabilinden hareket etmekte fayda olduğu gözükmektedir. Bütün bunların zor ama imkansız olmadığını da kabul etmek lazım.
Zor. Zira bugün uluslararası arenada atmış olduğunuz her bir adımın ekonomik olarak negatif bir yansıması mutlaka oluyor. Ekonomik anlamdaki yansımalar iç işlerinizde toplumsal düzenin, siyasal sistemin işleyişinde ciddi yaralanmalara, kırılganlıklara sebep olabiliyor. Ancak ekonomik kayıplar tekrar -uzun vadede de olsa- toparlanabilir, telafi edilebilir. Bunun yanı sıra toprak kayıpları ve bağımsızlık kaybı gibi daha farklı kayıpların telafisi mümkün olmamaktadır. İsrail terör örgütünün, Gazze'nin işini bitirdikten sonra ki hedefinin Türkiye olduğunu artık sağır sultan bile ifade ettiğine göre avcı iken av pozisyonuna düşmemek noktasında yapılacak hamle belki de filleri, atı, kaleleri kaybetme pahasına da olsa vezirle şah çekmek olmalıdır, diye düşünüyorum. Ciddi ve büyük bir risk mi? Evet. Bunun risk olmadığını hiç kimse söyleyemez. Ancak hem siyasal alanda, hem ekonomik alanda güçlü, lider bir ülke ve masada söz sahibi oyun kurucu bir ülke olmak istiyorsak artık sivrisinek avlamaktan vazgeçip bataklığı kurutma noktasında sağlam adımlar atmanın zamanı çoktan geldi ve geçiyor bile.
Terör örgütü ve içerideki uzantıları kendilerine verilen rolü oynamaya devam ederken aslında bir şey daha dikkatimizi çekiyor olması lazım. Son üç gündür ateşler içerisinde hasta yatağımda yattığım yerden Instagram'da, Facebook'ta, sosyal medyada takılmasam belki benim de dikkatimi çekmeyebilirdi. Ancak üç günlük hasta yatmanın böyle bir getirisi olduğunu da ifade etmem gerekir. O da şu ki; tıpkı 28 Şubat süreci öncesinde olduğu gibi özellikle Tik-Tok videolarında, Instagram'da, vs. mantar gibi tarikat görünümlü yapıların bir hayli artmış olması ve saçma sapan bir takım dansların, zikir vb. isimler adı altında servis edilmeleri. Bununla beraber terör örgütüne sempati duyan ve seçimlerde oylarla destekleyenlerin sürekli olarak "tarikatların arttığına, devletin tarikatların kontrolüne girdiğine" dair söylemleri pompalarken; aynı kesimlerin çılgınca söylemlerle M.Kemal savunuculuğu ve M. Kemal üzerinden; toplumun genelini temsil eden herhangi bir tarikat, cemaat vs. yapısıyla organik veya inorganik bağlantısı bulunmayan dindar, inanan kitleye kin ve nefret kusuyor olmaları. Hatta ve hatta insani reflekslerle Filistin davasına sahip çıkan ortalama Anadolu insanını bile tarikatçılıkla, araplaşmakla, arapçılıkla suçlayarak Atatürk ve devrim düşmanı ilan edip hedef haline getirmeleri. Buna benzer senaryoları biz 28 Şubat öncesinde de görmüştük.
Buna ilave olarak yine geçen hafta Tuzla piyade okulunda ortaya çıkan darbe heveslisi yeni yetme teğmenlerin durumları ve "teğmenime dokunma" tagıyla bir karşı cephe oluşturulmaya çalışılması. Bütün bunları üst üste koyup topladığımızda ordumuz bir taraftan sınır ötesinde emperyalizmin maşası terör örgütleriyle ve küresel gücün piyonu devletlerle savaşırken, diğer taraftan aynı gücün içerideki gönüllü köleleri toplumu ayrıştırmanın, parçalamanın ve bir iç karışıklığa, kaosa giden yolun taşlarını döşemeye çalışıyorlar.
Bu konuda artık Anadolu insanının çok daha uyanık olması gerekiyor. Zira Anadolu insanı mümin insanlar topluluğudur. Mümin, bir defa ısırıldığı delikten ikinci defa ısırılmayan feraset ve basiret sahibi akıllı insandır. Çevrenizde aşırı bir şekilde kutuplaşmalara taraf olanlar varsa ve şayet ahmak değillerse, o zaman farkında olarak veya olmayarak ya da çeşitli saiklerle emperyalizmin gönüllü köleliğini yapmayı çoktan kabul etmişler demektir. Çok geç olmadan uyanmamız lazım. Zira avcı iken av durumuna düşmek çok da uzak bir ihtimal değil.