Sonunu düşünen insan kalır
Enteresan günlerden geçiyor, kime nasıl güveneceğimizi bilemiyoruz. Toplumun sinir uçlarına dokunup, yeniden şekil vermeye çalışıyorlar. Böyle zamanlarda takip mesafesini koruyup, olayların öncesine, sonrasına bakıp ona göre bir karar vermek gerekiyor ama nerede… Sırf hız uğruna basınımızın iyi niyetlileri bile yalan haberlere ortak olurken sıradan vatandaşın her hıyarım var diyene elinde tuzlukla koşması gayet normal(!)
Geçtiğimiz hafta üç tuhaf haberle karşılaştık. İlkinden başlayalım. Bir savcı uyuşturucu çetesini yönetmek suçundan tutuklandı. Çetenin içerisinde polislerinde olduğu, uyuşturucu sevkiyatının bizzat polisler eşliğinde yapıldığı falan ortaya çıkarıldı. Savcı uyuşturucunun yanı sıra para karşılığı davalarda farklı kararlar çıkarmaya çalışıp, dava açarım diye insanları korkutarak para toplamış. Önceki yazımda illâki bir kutsiyet atfedilecekse kutsal olanın mesleklerin kendisi olduğunu, kişilerin hata yapabileceğini söylerken tam olarak bunu kastetmiştim. Bir savcının bu tarz işlerin içine girmesi elbette beklenmez ama oluyor.
Beni üzen şey insanların kolay yoldan para kazanma hırsının ulaştığı seviye oldu. Bugün bir savcı olmak kolay değil. Yıllarca eğitim alacaksın, farklı sınavlardan başarılı olacaksın vb. Her şeyden evvel kanunu çok iyi bildiğinden yakalanırsan başına geleceklerin bilincinde olacaksın. Buna rağmen insanlar kendileri ve ailelerinin hayatlarını karatmayı göze alarak hırslarının peşinde şeytana uyuyorlar. Anlaşılan savcının ilk yaptığı birkaç operasyon başarılı olup, kolay yoldan elde edilen paranın tadına varınca sonrası için gözleri görmez olmuş. Lüksün ve ihtirasın sınırı olmayınca daha fazla daha fazla denilerek elbet bir gün duvara toslanmış.
Kolay yoldan para kazanmanın bir hastalık olduğuna, vücuda girince de tedavisinin oldukça zor olacağına inanıyorum. Yoksa aklı başında insanlar başlarına geleceği bildiği halde bu tarz şeylere çok çabuk meyil edemez. Sadece savcı meselesi değil kamunun çeşitli yerlerinde akçeli işlerin başında, çevresinde olanlarda rüşvet, zimmet hikâyesi devam ediyor. Teknolojinin bu kadar gelişip, her tarafın kameralarla izlendiğinin bilinmesine rağmen gümrük ve tapuda rüşvet ve dolandırıcılığın önüne geçilemiyor. Memurlar sonlarının ne olacağını bilmelerine rağmen nefislerine uyup bir günün beyliği beyliktir diye düşünüyorlar galiba.
Diğer enteresan haberimiz de mart ayında yerseniz tesadüfen Tıp Bayramı’nda olan, doktorun beni dövdü iddiasıyla linç edilen uzman çavuş olayında yeni gelişme yaşanmış. Unutanlar için hatırlatalım. Doktor tedavi ettiği uzman çavuşun kendisini dövdüğünü iddia etmişti. Hemen devreye doktorların birliği, sendikası falan girince sosyal medyadan uzman çavuş linç edilmişti. Adam hastaneden protesto edilerek taburcu edilmişti. Olay hekimin beyanı esastır diye saçmalama noktasına kadar gitmişti. Sonrasında çıkan kamera görüntülerinde saldıranın uzman çavuş değil, doktor olduğu ortaya çıkmıştı. Emin olun o gün sosyal medyada doktoru linç edenlerin çoğu bugün bile gerçeği bilmiyordur.
İşte bu bahsi geçen doktor geçtiğimiz hafta FETÖ soruşturmasından açığa alınmış. Şaşırdık mı elbette hayır. Toplumu germek, ikilik çıkarmak için artık sağ, sol, Alevi, Sünni, Kürt, Türk gibi klasik numaraların yenmediğini bildiklerinden böyle hasta, doktor gibi kamu çalışanlarıyla vatandaş arasında sorun çıkarıp, devlete olan güveni sarsmaya çalışıyorlar. Bu arada o uzman çavuşumuzun yerinde olsam bir avukat ile anlaşıp, haberin ilk ortaya çıktığı dönemde kendisine sosyal medyadan hakaret edenlere tek tek tazminat davası açarım. Her olaya tuzlukla koşmanın bir bedeli olmalı. Son trajikomik haberimizde ise İstanbul’da iki Suriyeli kadının göletten kazları çalıp, çantalarına koydukları iddia edilmişti. Olayın görüntüleri de vardı üstelik. Hemen iki kadın sosyal medyadan linç edilmiş, emniyet devreye girmişti. Olayın sonunda kazların kadınlara ait olduğu, kadınların kazları göle bırakmak istedikleri, güvenlik görevlilerinin izin vermemesi üzerine de kazları tekrar evlerine götürdükleri ortaya çıktı. Olayın sonunu kaç kişi biliyor tartışılır. Sonuçta Suriyeliler üzerinden bir algı oluşturulmaya çalışıldı ve başarılı olundu.
Sıradan vatandaş olarak uyanık olmak zorundayız. Olayların önünü, arkasını bilmeden tepki vermenin kimseye bir faydası yok. Bu noktada basınında sırf habercilik refleksiyle hızlı olacağım diye olayları içinden çıkılmaz bir hâle sokmaması gerekiyor. Sosyal medya denilen lağım çukurunda insanların haysiyetiyle bu kadar kolay oynanmasının önüne geçmek ise elbette devletimizin görevi olmalı.