Sen, Benim Kim Olduğumu Biliyor musun?
Kaybettiklerimizi fark ettiğimizde bazen çok geç oluyor. Kaybettiğimiz değerin yerine yenisini koyamayacağımızı veya o değeri tekrar kazanmamızın çok uzun süre alıp, yeniden normale dönemeyeceğimizi görmek, bazen bizleri ümitsizliğe de sevk edebiliyor.
İçerisinde bulunmuş olduğumuz modern çağ, insanın nefsini, benliğini, egosunu tanrılaştıran, bir çağ. Çünkü modern çağı şekillendiren batı medeniyeti, başkalarının ölümü üzerine inşaa edilmiş, kendisini dünyanın en önemli varlığı gören psikolojik bir yanılgı ve felsefeye sahip. Bu yanılgının, bu psikolojik illetin, ruhumuzu ele geçirmesine biraz da biz fırsat verdik. Biz enaniyetlerimizin okşanmasına, egomuzun şişirilmesine, kendimiz fırsat verdik. Çünkü bundan haz duyduk ve bu nefislerimizi bir anlamda daha da şımarttı.
Enaniyet: kişinin kendisini ve çıkarlarını başkalarınınkinden üstün tutması, bencillik etmesi, anlamında ahlak ve psikoloji terimi olarak tarif ediliyor. İnsanın, dünyanın merkezine kendisini koyması, irtibatta bulunduğu her şeyi ve herkesi kendi yararına kullanma isteği egoizm olarak tarif ediliyor. Kendini diğer varlıklardan, diğer insanlardan üstün görme, dolayısıyla her şeyin sadece kendisi için var olduğunu zannetme, kendini her şeyin amacı olarak görme ve kabul etme eğilimi ise modern psikolojide egosantrizm olarak tarif ediyor. Bu duygular, hem insanın kendi psikolojisini alt üst eden, bozan, aynı zamanda da toplum içerisinde yaşayan insanın, toplumun huzurunu, toplumun bir arada yaşama anlayışını bozan bir hastalıklı durumdur. Ahlaki bir virüstür. Covit-19 virüsünden de daha tehlikelidir.
Bu yanlış anlayışları düzeltebilecek, tamir edebilecek, insan psikolojisindeki bu illeti/virüsü tedavi edebilecek diğer bir duygu ise başkaları için özveride bulunmak anlamındaki îsâr kavramıdır. Îsâr'ı, bir kimsenin kendisi ihtiyaç içinde bulunsa bile, sahip olduğu imkanları, başkalarının ihtiyacını karşılamak üzere kullanması, başkasının yararı için fedakarlık da bulunması olarak tarif ediyorlar. Veya kişinin başkasının yarar ve çıkarını, kendi çıkarına tercih etmesi ya da bir zarardan öncelikle, diğer insanları koruma duygusu olarak da ifade ediliyor.
Özellikle salgın sürecinde olduğumuz şu günlerde bu iki zıt kavramın ne kadar da önemli olduğunu yaşadığımız tecrübelerden bir kez daha fark etmiş olduk. İnsanın sadece kendini düşünmesi, hem kendisine zarar verdiği gibi aynı zamanda içerisinde yaşamış olduğu topluma da ciddi anlamda zarar verdiğine şahit olduk. Ama başkalarına faydalı olma arzusu ve isteği ile, kendi nefsinde fedakarlık yapabilmesinin de özellikle salgının yayılmaması adına birinci koruyucu tedbirlerden bir tanesi olduğunu da yine müşahede ettik. Böyle olunca, insan ister istemez şu muhasebeyi kendi içerisinde yapmak zorunda kalıyor. Biz Müslüman bir toplumuz veya öyle kabul ediliyoruz. Toplum olarak bizde olması gereken ahlaki hasletin îsâr/diğergâmlık olması; olmaması gereken ahlaki illetin enaniyet, egoizm, egosantrizm olması gerekirken neden tam tersi bir yapıyla karşı karşıyayız? Kaldı ki, inandığımızı iddia ettiğimiz ama okumayı ve anlamayıaklımıza bile getirmediğimiz Kur'an-ı Kerim'de: insanın sadece kendisini düşünmesini, diğer insanları düşünüp gözetmemesini bir müşriklik tavrı olarak değerlendirildiğini söyleyebiliriz. Yasin Sûresi 47. ayeti kerime de "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden, yoksullara infak edin, yoksullar için harcayın denildiğinde, onların: -Allah'ın doyuramadığı kimseleri biz mi besleyeceğiz?" demeleri kınanır. Yine Kur'an-ı Kerim'de çılgınca bir egoizm duygusu içerisinde olanların örneği olarak Firavun'dan bahsedilir. Egoizmin, egosantrizmi zirvesine ulaşmış olan Firavun'un: "Ben sizin en yüce tanrınızım!" demesini örnek verebiliriz.
Bugün neredeyse çocuklarda bile enaniyetin, egonun şişirilmiş olduğunu, egosantrizmin zirve yaptığını görüyoruz. Öyle çocuklar yetiştiriyoruz ki; çocuklar zannediyor ki, dünya kendi etraflarında dönüyor veya dönmesi gerekir. Bu çocuk büyüdüğü zaman, toplum içerisinde bir birey olarak yaşamaya başladığı zaman, aynı psikolojik duyguyu taşıyarak yaşıyor. Dolayısıyla ekonomik ya da sosyal anlamda güç elde ettiği zaman, o güç ile etrafındaki insanları ezmeye, gücü elde edemediği zaman da kendini ispatlayabilmek ya da nefsinin tanrılığını kabul ettirebilmek için toplumla çatışmacı bir hale geliyor. Bu gün ailedeki kavgaların, boşanmaların, aile içi şiddetin, toplumdaki şiddetin, şirketlerin dağılmasının, kurumların başarısızlığının, akademik dünyadaki ilmi olmayan çatışma ve çekişmelerin, hepsinin temelinde minik tanrıcıkların büyük çatışması olduğunu söyleyebiliriz. "Sen, benim kim olduğu biliyor musun?" egoizmin ve egosantrizmin hâşâ, kelime-i şahadeti veya besmelesi olan cümle diyebiliriz. "Sen, benim kim olduğumu biliyor musun?"
Halbuki, Müslümanların ahlakı olması gereken Kur'an-ı Kerim'de îsârın zirvesi olan Ensar'ın bu davranışı taltif edilirken: "Onlar muhacirlere verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir." diye ifade edildiği görülür. Yine Hz. Peygamber Efendimiz: "Sizden biriniz, kendisi için istediğini, mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek anlamda iman etmiş olamaz!" buyurarak, îsârın, imanın kemâle ermesinde tamamlayıcı unsur olduğunu ifade ediyor.
İşte bugün insanımızın "evde kal!" çağrısına istenilen düzeyde uymaması, "mecbur kalmadıkça dışarı çıkmayın, kalabalık ortamlarda bulunmayın!" uyarılarını hafife almasının temelinde de, îsâr duygusunu kaybetmiş olması vardır diyebiliriz. Çünkü diğer insanları düşünmeden, onların yararına ve faydasına olabilecek tavırları sergilemek yerine, kendi çıkarını ve menfaatini gözeterek hareket etmek, ahlaki dünyamızda îsârın/diğergâmlığın yerine egoizmi inşa ettiğimizin bir göstergesidir. Yine başka insanları düşünmeden, adeta stokçuluk yaparcasına, market raflarını boşaltıp evlerimize gıda deposu haline getirmek, îsârın yerini egoizmin ve egosantrizmin aldığının bir göstergesidir. Şu salgın döneminde, canla, başla, mesai mefhumu gözetmeksizin fedakârca çalışan sağlık çalışanlarının, emniyet birimlerimizin, belediye çalışanlarının emeklerini yok sayacak veya adete didinerek inşa ettikleri, başarı kulesini, sorumsuzca bir hareketle yıkılacak dereceye getirmek îsârı hiç içimizde bile hissetmeyip, tamamen egomuzun kölesi olduğumuzun bir göstergesidir.
Eskimeyen kaynaklarımız, ahlâkı şöyle tarif ederler: "Zor zamanlarda, zarar-fayda hesabı yapmaksızın, refleks olarak ortaya çıkan ve tekrarlanabilen davranışlardır. Bu küresel salgın süreci bize öğretti ki; her meslekten, her branştan, insan yetiştirilebilir ama ahlaklı insan yetiştirmediğimiz sürece îsâr duygusunu, egoist ve egosantrik duygudan üstün kılmadığımız sürece toplumdaki iç huzuru yakalamamız mümkün olmayacaktır. İslam'ın ahlak anlayışını, Müslüman toplumdan söküp çıkardığımız zaman ortaya tanımsız bir kalabalık, rastgele bir yığın çıkmaktadır.
Îsâr yani diğergamlık duygusu milli eğitimizin müfredatında sadece 7. Sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabı içerisinde sadece bir cümle olarak geçiyor. Konu bütünlüğü içerisinde de maddi fedakarlık ve yardımlaşma anlamını önceleyen bir yaklaşım var. DİB'da en son îsâr konulu hutbeyi, 14 Ağustos 2015 tarihinde, Suriyeli kardeşlerimize sahip çıkılması, yardım edilmesi, toplumdan dışlanılmamasını öğütlemek için okutmuş. Madalyonun öbür yüzünü çevirmeye gerek yok! Şu günlerde îsâra/diğergâmlığa ne derece muhtaç olduğumuz bir kez daha ortaya çıktı. Şayet toplum olarak, varlığımızı, birliğimizi sürdürmek istiyorsak, toplumu bir arada tutan çimento olan, İslam Ahlakına ve o ahlakın öğrettiği her bir anlayışa, her bir kavrama bugün, Covit-19 aşısının bulunmasından daha fazla ihtiyacımız var. Yoksa aşıyı bulsak bile, herkes kendi nefsini tercih edeceğiden dolayı salgından ölmeyenler, aşıya ulaşabilmek için oluşan izdihamlarda ezilerek ölecektir. Îsârı/diğergâmlığı anlayabildiğimiz gün, İslam'ı da anlayacağız demektir. Egolarımızın esaretinden kurtulduğumuz gün insan olacağız demektir.