Selam Vakti
Konya şu günlerde Şeb-i Arus ile ilgili 745. Yıl etkinlikleri kapsamında hareketli günler geçiriyor. Malum bu yılın teması Selam… Tema başlığı olarak “Selam Vakti” münasip görülmüş. Mühim bir mevzu olduğu muhakkak.
Mevlana’nın hemen her eserinde bu kavramla ilgili sözler söylediğini biliyoruz. Sema törenlerinin Sultan Veled zamanında belirli bir disipline bağlanmasıyla birlikte sema esnasında bölümlerin dört selam şeklinde icra edildiğini biliyoruz. Sadece bu iki durum bile derinliği, manası ve ihtivası bakımından “selam” kavramının ehemmiyeti idrak edilmiş olabilir.
Selamı salt alışkanlık olarak söyleyegeldiğimiz “selam alıp vermek” telaffuzu olarak daraltmış olmamalıyız. Nitekim Rahmanın isimlerinden biri olan “selam” esenlik, ferahlık, güvenlik, rahmet ve bereket gibi insana mutluluk ve rahatlık veren bütün iyiliklerin ve güzelliklerin tamamının birlikte bir insan üzerinde olması demektir.
Selam, esasen mütekabiliyet barındırsa da içe dönük bir eylemdir. Zatın kendisi ile muhasebesidir ki içten ve samimi olmayan, hesap kitap yapmadan selam verebilmek, selamet verebilmek öyle kolay ve sıradan değildir. Derin bir mana ve tesirli bir ifade taşır içinde. Gönül el vermiyorsa dilden öte gitmez verilen selam ve karşıdakini de içine çekemez.
Selam bir ahlak mevzuudur öte yandan. Selamda olabilmek, selam verebilmek, selam ile kalabilmek ciddi bir mesele olarak İslam ahlakının temel yapıtaşlarından biridir. Bir disiplin gerektirir ve intizam içerir. İslam ahlakının mağfiret, merhamet, medet, nedamet, muhabbet kapılarının tamamına selam ile girmek gerekir.
Dini bir mesuliyet olarak Peygamber efendimizden bize kadar ulaşan ve toplumsal hayatın içinde gelenek haline gelerek kendi içinde özel bir hazırlığı ve edası olan selamlaşmak, selam başlığı altında elbette özel bir yer tutacaktır. Selam almak ve selam vermek karşılıklı iki ya da daha fazla Müslümanın aynı anda icra ettikleri bir eylemdir. Eylem kelimesini özellikle kullanıyorum ki selamlaşma mümeyyiz olarak bir Müslüman tavrı ve edasıdır. Bu haliyle selam alıp vermek dışarıya karşı bir mesaj taşır ve bir duruşu ifade eder.
Selam vermek ve selam almak ahlaki bir vazife ve nizamı olan bir eylem birlikteliğidir. Selamı verecek kişinin en güzel ifade ile selam vermesinin ve fazilet bakımından önce selam vermenin üstünlüğü bilinir. Selamı alacak olanın ziyadesiyle karşılık vermesi beklenir ve ayrıca selamı almak vermekten daha kuvvetli bir görevdir.
Selam vermek dediğimiz hal ve hareketlerin bütünü millet olarak bizim neredeyse tüm kurumlarımızda, tüm toplumsal yapılarımızda yerini almıştır. Şehitlerimizi top atışıyla selamlamamız alelade bir alışkanlık değildir. Emniyet teşkilatımızda, ordumuzda, mekteplerimizde kendine özgü anlam ve içeriklerde selamlama âdetleri devam edegelmiştir.
Bu vesile ile aklıma takılan bir mevzuyu da anmadan geçemeyeceğim. Bu yıl ki afişlerde kullanılmak üzere seçilen fotoğrafın yanında temaya uygun olarak belirlenen Mevlana’ya ait bir söz kullanılmış; “Selam (sulh) denizi coştuğunda gönüllerden kini giderir.” Selam kelimesinden sadece “sulh” anlaşılsın diye mi paranteze o kelime yazıldı, selam kavramının sulh ile sınırlanmasına hacet var mıydı ya da sözün ilk halinde de böyle miydi?
Celaleddin Rumi deyince elbet onun hayatındaki esenlik, merhamet, hoş görü, affedicilik prensiplerinin nasıl örüldüğünü tekrar hatırlamak ve anlamak durumundayız. Günümüz dünyası savaşlardan, karmaşadan, anarşiden, yoksulluktan, kavgadan ve yok oluşlardan azade değil. Selam vakti çoktan geldi de geçiyor belki de.