Sana öyle çok mektup yazdım ki!
Kız çocukları ne biriktirirdi, hatırlamıyorum, ancak biz erkek çocukları daha çok misket, gazoz kapağı, futbolcu resimleri türünden şeyler biriktirirdik. O günler çok uzakta kaldı. Ancak, anlıyorum ki insan her yaşta biriktirendir. Bildiğim bir şeydi elbet; yıllardır okuyor, notlar alıyor, kendi kelimelerimi arıyor ve farkında olmadan biriktiriyordum. İnsan yüzleri, yolculuklar, acılar, türküler, kitap isimleri, düşler, düştüğüm yerler, yazmak istediklerim… Sonra kadınlar vardı. Çiçeğe, ceylana, gökkuşağına benzeyen umut ve hüzün dolu kadınlar. Gördüğümüz ancak tutamadığımız, sevdiğimiz fakat söyleyemediğimiz kadınlar. Bütün bunları, daha fazlasını, hepsini, bir kelimenin, bir cümlenin arkasına saklıyordum. Böyle sanıyordum. Şimdi uzaklarda kalmış bir yolculuk için yazdığım notun ardını unutmuşum, uçup gitmiş, bir yüz, kara ve kalın kalemle not etmişim, şimdi hatırlamıyorum.
Şimdi sana geldim. Şimdi heyecanlıyım. Şimdi kaybolmuş bir çocuğun irileşmiş gözleriyle bakıyorum sana. Şimdi uykusuz, şimdi yorgun ancak umut doluyum. Şimdi yeni cümlelerim var. Şimdi hasret, şimdi özlem, şimdi sisli yaylalar var heybemde. Şimdi çok söylemek, şimdi susmak, şimdi git-geller yaşıyorum. Şimdi kelimeler, şimdi oka dönüşen cümleler.
Şimdi sabah, şimdi düşler, şimdi bir kucak dolusu zambak sana.
İnsan aynı kabullenilmiş zenginlik gibi aynı kabullenilmiş yoksulluğu ve düşlerini paylaşabileceği insanı arıyor. Bu bazen bir ömür sürüyor.
“-Çok korkmuştum doğrusu.
İhtiyar sordu:
-Neden korktun o kadar?
-Neden olacak, ölümden, dedi demirci.
-Gerekmezdi, dedi usulca yaşlı adam.
Demirci heyecanla, ama tatlılıkla cevap verdi:
-Senin kadar ölüme yakın yakın olunca böyle düşünmek kolaydır, dede.
-Sen daha yakınsın, oğlum, dedi yaşlı adam. Çünkü sen ölümden korkuyorsun.”
Kitabı hatırlıyorum. Misafirliğe gittiğim bir dostumun evinde görmüş, hemen o gece okumaya başlamış, sonrasında okuma grubuma, atları seven Hatice Kübra’ya ve birçok dostuma okutmuştum. Gururlu dağ insanlarını, insanın atla olan ilişkisini, Buzkaşi oyununu, Afganistan dağlarını, yaşı belli olmayan, cümle insanlığın atası Gardigeç’i, insanın yitirdiği bir onurun peşinden sürüklenişini anlatan bir romandı. Adı Atlılardı. Daha sonra aynı yazarın, bulup buluşturarak beş-altı kitabını daha okumuştum da hiçbirinden bu kitap kadar keyif almamıştım. Bu bölüm de kitabın başlarındaydı.
Dağlar bana, seni hatırlatır. Uzaktan güzel, yakından başka bir güzel. Kış aylarında güzel, yaz aylarında başka bir güzel. İnsan inişe ve yokuşa… İnsan, çöküşe ve çıkışa… İnsan renklere, sise, kara, borana, bahara ve çiçeklere… İnsan hayata inanıyorsa eğer dağları sever. Dağlarda hayatın seyrini, dağlarda en çok seni görüyorum.
O dağın eteklerinde Zorba ile patronunu, atını çatlatana kadar koşturan Tursen’i, tırnaklarıyla hayata tutunmaya çalışan Temel’i, eşi Şakire’yi ve oğulları yiğit Ali’yi… O dağların eteğinde, Halil’i ölümüne seven, güzeller güzeli Yörük kızı Ceren’i, atası Horasan erenleri, demirciler ocağı piri, elinde kılıcıyla masallardan çıkıp gelen Haydar Ustayı… O dağları eteklerinde “Bana bir mum yak. Belki Allah’larımızda bizim gibi arkadaş olurlar…” diyen Şevket ile Rum çocuğu Monali’yi görüyorum.
Kendimizi perişan ve kimsesiz hissettiğimiz zamanlar olur. Hatta bazen, sanki sevdiğimiz birini gömdükleri mezarın üzeri açık kalmış ve biz de o açık mezarın üzerinde yaşar gibi hissederiz kendimizi. Her şey ve hepsi bizim için. Bir gün hepsi son bulur, hepsi biter. Bu dünyada çekmeye başladığımız tespihi hakikat yurdunda tamamlayacağız Dağlım.
Gelincik kızılı bir sabah doğacak birazdan. Üşüyerek geçtim gecenin içinden, ruhumun üşümesiydi bu. Uyumayı başaramıyorum. Bunca yazmama rağmen, yazmadıklarım, yazamadıklarım, yutkunarak yuttuklarım var.
İnsanın insana akışı su gibi olmalı; arı, duru, temiz, sürekli… İnsan insana yatak gibi olmalı; naftalin kokulu, rahat, güvenli, sere serpe… İnsan insana başlangıç gibi olmalı; sabah gibi, kitap gibi, yolculuk gibi, umut gibi, sevda gibi…
Gözlerini ve kalbini yakın kılan o güne şükürler olsun. Kalbin kalbime dokundu, böyle kalsın.
Sana öyle çok mektup yazdım ki! Hep sana yazdım. Hem de kalemsiz, kâğıtsız.
Çiçeklere ve kelebeklere emredemez insan, kadınlara da.
Tebessüm sana, umut hepimize.
Şu yağan yağmur kadar gerçek: Seni seviyorum.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!