Gökhan Darılmaz
Gökhan Darılmaz “Samimiyet ve Gayret”

“Samimiyet ve Gayret”

 

Ekranlarda en son Suriyeli ve Myanmarlı çocukların ve kadınların acı dolu yardım feryatlarını izliyordum. Bana yıllar gibi gelen, saate baktığımda ise yalnızca kısa bir sürenin geçtiğini gördüğüm bir zaman dilimi kadar uyumuşum. Kendime geldiğimde gönlümü rahatlatan bir yenilenmeyle her şeyin değiştiğini fark ettim.

Sanki dünya tersine dönmüş, yaşanmış büyük felaketler silinmiş, tüm acılar hiç olmamış gibiydi. Sihirli bir değnek mi değdi diye düşünmekten alamadım kendimi.

Çünkü öyle bir ülkede yaşıyordum ki, anlatırken bile içimi tarifsiz mutluluk sarıyor.

Cumhuriyete geçişini bayram bilmiş, buna yakışır şekilde demokrasisi, seçme ve seçilme özgürlüğü, darbeler nedeniyle hiç sekteye uğramamıştı. Neredeyse on yılda bir ordu yönetime el koymamış, siyasilere balans ayarı çekilmemişti. Caddelerden korkutmak için tanklar yürütülmüyordu.

Bağımsızlığını ve özgürlüğünü canı bahasına koruyan, yurdu için Kurtuluş Savaşını başlatan halk, çok sonraları aynı mücadeleyi ülke içine çöreklenmiş derin yapılanmalara vermek zorunda kalmamıştı.

Asık suratlı şikayetçi insanların yerine herkesin gülümsediği, selamlaştığı gıybetten uzak bu ülkede Müslüman’ım demek suç sayılmıyordu. Öylesine derin bir hoşgörü hakimdi ki, kimse yaftalanmıyor, ibadet yapmak suç sayılmıyordu.

Camiler kapatılmamış, taşları sökülmemiş ahırlara çevrilmemiş,  ezan Türkçe okutulmamıştı. Millet inanç açısından cahil bırakılmamış, sahte hocalar türememişti.

Köklü bir tarih bilinci hakimdi. Geçmişe sövmek moda değildi. Kanaat önderleri ve dini liderler ceza evlerinde eziyet çekmemiş,  idam edilmemiş, zehirli iğneyle öldürülmemişti.

Hitler modeli benimsenmemiş, tek partiyle ülke yıllarca yönetilmemiş, çift dereceli seçim sistemi gibi ayıplar yaşanmamıştı. Milletin oylarıyla iktidara gelen bir Başbakan ve yardımcıları, sudan bahanelerle dişleri sökülüp türlü cefa ve eziyetten sonra idam edilmemişti.  Ülkesini seven isimler tam kötü gidişatın kaderini değiştirebilecekken kalp krizi sanılan zehirlenmelerle öldürülmemişti.

Halkını ve yurdunu seven, adanmış bir inançla ülkesi için çalışan kişiler faili meçhullerle yok edilmemişti. Enerji alanında çığır açacak projeler hazırlayan bilim adamaları, aydınlatılmamış uçak kazasına kurban verilmemişti.

Terör  başta olmak üzere,  kangrene dönmüş sorunlara çözüm bulmak için uğraşan, kardeşliği, birliği-beraberliği savunan komutanlar, siyasetçiler helikopter kazaları süsüyle şehit edilmemişti.

İnsana hizmet amacıyla kurulan kamu kurumları başta hastaneler ve adliyeler olmak üzere, kavgaların ve tartışmaların yaşanmadığı yerler olmuştu. Kendi sağlığından feragat ederek hiç tanımadığı kişilere hayatını adayan doktorlar darp edilmemiş ve öldürülmemişti.

Sağlık çalışanları yaptırımların yetersizliği yüzünden her an şiddet görebilirim korkusu çekmeden rahatça işlerini yapabiliyordu.

Toplumsal öfke patlamaları yaşanmıyordu. Kadına el kaldırma, şiddet uygulama, töre cinayetleri, kan davası gibi inanç ve kültüre aykırı davranışların adı dahi duyulmamıştı. Teşekkürün içinde şükründe geçtiğini ve bu kelimenin Yaradan’ın en güzel isimlerinden birisi olduğunun bilinciyle hareket eden insanlar yaşıyordu.

Milli gelir adaletle paylaştırılmıştı. Zengin ve fakir arasında devasal uçurumlar yoktu. Bir gece de bankalar boşatılıp bizzat siyasetçiler tarafından kendi ülkelerinin parasının değeri aşağılara çekilmemişti.

Halk birileri zengin olsun diye 24 saatte yoksullaştırılmamış, başta esnaflar olmak üzere, küçük işletmeler batırılmamıştı.

Devlet memurunun maaşını ödeyemez duruma asla düşmemişti. Can güvenliği emanet edilen polisler protesto yürüyüşü yapmamıştı.

Hamili yakını yazılı kartların değeri yoktu. İnsanlar bilgileri ve aldıkları eğitim öçlüsünde değerlendiriliyordu.  Dış görünüşe pek itibar edilmeden fikirlere önem veriliyordu. Kitap okumak nefes almak gibi görülüyor, bilgi sahibi olmadan yorum sahibi olunmuyordu.

 Aile kavramı önemliydi, Bir yastıkta tüketilen kırk yıl sözü laftan ibaret değildi. Büyükler yalnızca bayramlarda ziyaret edilmez, anne baba yük gibi görülmezdi. Sabahları taze çayların süslediği kahvaltı sofralarında buluşulur, evin hanımları eşlerini kapıya kadar yolcu etmeyi yük saymazlardı.

Bırakın uyuşturucu kullanımının ilköğretim okullarına kadar düşmesini, sigara içmek bile ayıp sayılırdı. İçkinin en büyük kötülük olduğunun bilinciyle sigara ve içkiyi öven her türlü oluşum toplum dışına itilmişti.

Siyasi görüşlerin farklı olması derin uçurumlara neden olmuyordu. Farklı politik görüşlere mensuplar diye kardeş kardeşin kanına girmiyor, sağcısı solcusu kol kola dolaşabiliyordu.  İnsanlar, haklarını aramak, seslerini duyurmak adıyla kandırılmamış, hayvanların yaşamayacağı dağlarda kendi yakınlarını, köylüsünü, ailesini öldürmek zorunda kalmamıştı. Akşam ezanıyla birlikte can korkusuyla evlere saklanılmıyor, ülkemin en batısından en doğusuna kadar çocuklar özgürce oynuyordu.

Lehçe konuşmak, kültürünü yaşamak doğal görülerek, bölgeler arasında derin sınırlar çekilmemişti. Tenleri, dilleri , kültürleri hatta inançları farklı insanlar sevgi diliyle anlaşıyordu.

Aynı binada birbirine yabancı insan yığınları yaşamıyordu. Komşu açken tok yatılmaz hadisine uygun olarak hareket edilir, pişen yemek komşuya tattırılmadan boğazlardan geçmezdi.

Siyaset insana  hizmet aracı olarak görülür, menfaat , rüşvet gibi kavramlar politikacılarla yada bürokratlarla aynı cümlede kullanılmıyordu. Belediyelerdeki yolsuzluklar, halkın katıldığı toplantılarda milletine özellikle kadınlara küfretmeyi maharet sayan sözde komedyenlerin içi geçmiş esprilerine  konu olmazdı.

Sanatçılar toplumun önderi sayılır, inanca ve kültüre hakaret ederek ,kendi insanını yok sayan küçümseyen kişilere pirim verilmezdi.

En önemlisi insan tüm yanlışlarına ve cahilliğine rağmen yaratılan en şerefli mahlukat gözüyle görülürdü.

Cennette miyim, neler oldu böyle derken yeniden uyanmışım. Gözümü tekrar açtığımda ise bu kez saat yerine takvime odaklandım. Meğer 1 Nisan’mış.

Zihnim, ülkesini ve insanını seven her yurttaşın hayal ettiği bu manzarayı, rüya içinde rüyayla sunmuş bana.  Tüm gördüklerimin aksinin yaşandığı, çekilen acıların yüreklerdeki tazeliğini koruduğunu hatırlayınca toparlayamadım kendimi.

Ekranda ise bu kez barış sürecini sırf kendi rantları bozuluyor diye engellemek isteyen sözde vatan severlerin çığırtkan sesleri duyuluyordu. Gencecik insanlar kandırılmış, yirmili yaşlardaki oğullarımız şehit verilmiş umurlarında bile değildi.

Artık yüreğime ve zihnime fazla gelen bu “gürültüleri” tam kısacağım sırada birkaç hafta önce  katıldığım ve yeni Sağlık Bakanımızın önemle vurguladığı iki kavramı hatırladım.

Sağlıkta yeni başlangıçlar için samimiyet ve gayretin önemini aktarmıştı.

Fark ettim ki kendisinin üzerinde durduğu bu iki önemli değeri her alanda uygularsak, yalnızca hayalimizde görebildiğimiz bu ülkenin içinde yaşıyor olacağız.

En azından evlatlarımıza olmadı torunlarımıza böyle bir vatan bırakmak için hep beraber samimi ve gayretli olmaya ne dersiniz?

Hayırlı işlerinizde başarılar diliyorum

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gökhan Darılmaz Arşivi