SAADETTEN FELAKETE
Bugünün Kudüs’üne baktığım zaman geçmişte oynanan oyunlar geçiyor beynimden…
Yavuz Sultan Selim 28 Aralık 1516’da Kudüs’ü fethettiğinde, şehrin karşısındaki bir araziye nasıl da otağını kurdurtmuştu. Gururla… Tam ikindi vakti girecekti. Yavuz namazını Mescid-i Aksa’da kılacağını söyleyerek kandiller yakılmasını buyurdu. Osmanlı askerleri Mescid-i Aksa’yı, Kuran’da övgüyle bahsedilen Peygamberlerin ve tarihin iç içe geçtiği muazzam atmosfere sahip, o mukaddes mekânı 12.000 kandille aydınlattılar. Yavuz o gün yatsı namazına kadar bütün vakitlerini Mescid-i Aksa’da kıldı. Ruhunu doyurdu adeta… Bu kutlu fetihle şehrin sokaklarını arşınlayan Sultan eski yönetimden hayıflanan halka en iyi muamelenin yapılacağına dair teminat vererek Kudüs şehrinden ayrıldı. Gözümde canlanıyor da, eminim ki Yavuz hiçbir yeri fethetmekten bu kadar haz duymamıştı. Nasıl da dik çıkmıştır Kudüs’ün kapısından…
Tam 401 yıl yani 4 asır Osmanlı Yavuz’un verdiği o sözü tutarak Kudüs’ü refah üzere yaşattı. Çünkü Yavuz’dan sonra gelen Kanuni Sultan Süleyman, 4. Murat, Sultan Abdülmecid ve 2. Abdülhamit Han’da aynı onun gibi mana âleminde yaşadıkları duyguları hep ön planda tutmuşlardı. Fakat ne zaman ki o Mukaddes topraklar kıymet bilmez İngiliz ajanlarının vasıtasıyla Siyonistlerin eline geçti işte o günden bu yana maalesef ki Filistin halkı Osmanlı’nın adaletine, hukukuna hasret kaldı.
O dönemde Osmanlı’nın huzurlu yönetimini istemeyen en önde gelen güç hiç şüphesiz İngiltere’ydi. Özellikle Lawrence adını bu tarihsel mevzulara bakıldığı zaman sıklıkla duyarsınız. Hatta en çok bilinen adıyla o “Arabistanlı Lawrence”dir. Vatanına çokça bağlı olan İngiliz ajanı Lawrence boyu kısa olduğu için asker olarak İngiliz ordusuna alınmayınca ajan olmaya karar vermiştir. Türklere olan nefreti boyunu aşan Lawrence’nin kafasındaki Orta Doğu ile ilgili planlar tabi ki Osmanlı tarafından engelleneceği için bizi Filistin’den ve diğer hâkim olduğumuz memleketlerden atmak için ekstra bir çaba sarf etmekteydi. Onun ve İngiliz eşrafının tek gayesi Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na çekebilmek ve Orta Doğu’yu Osmanlı’nın elinden almaktı. Hatta Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girmemesi ihtimali hakkında şunları dile getirdiğini biliyoruz.
“…Türklerin savaşa katılmak niyetinde olmadıklarını korkuyla seziyorum, çünkü onları Küçük Asya’ya sıkıştırmak ve dahası, orada bile vesayet altına almak bir gelişme olacaktır.”
Tam 401 yıllık huzur ve refahtan sonra Osmanlı’nın bu savaşa çekilmesi, ardından başta Lawrence olmak üzere İngilizlerin kirli oyunları sayesinde Kudüs’ün elimizden çıkması ve İsrail’in kurulması sonucunda durum şimdiki haline gelmiştir.
Ha diyeceksiniz ki şimdi de yok mu Lawrence’lar? Evet, var hem de fazlasıyla… Fakat bu sefer oyun başka dönüyor. Senaryo aynı yine gizli kapılar arkasında dönüyor, fakat bu sefer oyuncularda gizli kapaklı…
Tüm bunlara rağmen sömürgeci zihniyet ne dolaplar çevirirse çevirsin Kudüs orada… Kudüs’ün çocukları da dimdik… Osmanlı’nın çocuklarını bekliyorlar. Ve onların gözünü şekil değiştirmiş Lawrence’lar asla korkutmuyor.
Osmanlı’nın çocuklarının da öyle değil mi…?