Riyakarlığa, İllüzyona ve Eylemsiz Söyleme Devam mı?
Birleşmiş Milletler son 25 yıldır, her yıl 25 kasım tarihini "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak gündeme getiriyor. Bu konuyla ilgili Dünya üzerinde farklı kentlerde bir takım gösteriler gerçekleştiriliyor. Bu çerçevede, güya şiddetin ilk etapta ortaya çıkmasını engellemek için ya da şiddete karşı farkındalık oluşturmak, farklı stratejileri desteklemek konusunda özellikle Avrupa ülkelerindeki pek çok sivil toplum kuruluşlarına, kadın hakları örgütlerine, insan hakları savunucularına, bazı elitist okullara, üniversitelere, spor kulüplerine, derneklere finansal destekte bulunuyorlar. Şiddete maruz kalan Afrika'nın, Ortadoğunun kadınları iken parayı alan düdüğü çalan ne hikmetse Avrupa'nın kadınları oluyor. BM, kendilerinden olmayan ülkelerdeki aynı amaca yönelik örgütlere ve derneklere ise sadece tavsiye ve çağrıda bulunuyorlar veyahut kadın haklarını bahane ederek pek çok ülkenin içişlerine, hukuk sistemine ya da eğitim müfredatına dikey doğrudan müdahale ediyorlar veya etmeye yelteniyorlar.
Fakat aradan geçen yirmibeş yılda bu konuda dünya üzerinde bir farkındalık oluşturulamadığı gibi dezavantajlı konumdaki kadınların hayatlarını iyileştirmeye dair de herhangi bir somut adım da atılabilmiş değil. Yani BM kurulduğu günden bugüne diğer konularda olduğu gibi sadece işin edebiyatını yapmakta ve gücü yettiği ülkelere bir takım hususları dikte etmekten öte geçememekte, somut adım atamamaktadır. Bugün yaşamış olduğumuz dünyada kadına karşı şiddetin kadın cinayetlerinin kadınların ekonomik ve cinsel sömürü düşünün en fazla olduğu ya da ayyuka çıktı ülkelere nedense Birleşmiş Milletler gözü kapalı, kulağı sağır yaklaşmaktadır. 7 Ekimden bu güne devam eden ve Filistin de 5.000'den fazla kadının ölümüne sebep olan İsrail terör örgütünün gerçekleştirdiği soykırıma karşı BM'in kınama dışında herhangi bir yaptırımı söz konusu olmamıştır. İsrail'e destek veren Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkeleri kınamayı dahi becerememiştir. Aynı şekilde Tayland, Taylan, Vietnam gibi uzak doğu ülkelerinde Çin, Hindistan gibi ülkelerde kadınlarıncinsel, fiziksel, bedensel olarak sömürülmesine, psikolojik toplumsal şiddet görmelerine karşı da BM'in somut bir faaliyeti söz konusu değildir.
BM'in sürekli olarak bir bozuk plak gibi dile getirmiş olduğu: "kadına yönelik şiddetin temel nedeninin eşitsizlik olduğu ve çözümünde nihayetinde temel eşitliğin sağlanmasında yattığı" ifadesi kadına yönelik şiddete dair söylemlerin çözüm odaklı olmadığını ve teşhisinde aynı şekilde tedavi gibi yanlış olduğunu göstermesi açısından düşündürücüdür. Eşitlik söylemini kadın erkek eşitliği olarak mı ele alacağız? Yoksa kadının kadına eşitliği olarak mı ele alacağız? Öncelikle bu konunun doğru değerlendirilmesi yapılmalıdır. Zira sömüren ülkelerdeki kadınla sömürülen ülkelerdeki kadın birleşmiş milletlerin gözünde eşit midir? Mesela kaç bin Filistinli kadın, kaç İngiliz kadına eşit gelmektedir? Ya da kaç Taylandlı kadın kaç Fransız kadına, kaç Afganistan'lı kadın kaç Amerika'lı kadına eşit gelmektedir? Kadın hakları söylemi tıpkı "insan hakları", "çocuk hakları" vb. konularda olduğu gibi sadece en eşitler açısından geçerli söylemler de Afrika, Ortadoğu, Uzakdoğu, Hint Alt Kıtasını kapsamamakta mıdır? Afrika'da batılılar tarafından köleleştirilen kadınların hakları; Irak'ta, Suriye'de, Afganistan'da, Amerikalılar tarafından tecavüz edilen öldürülen kadınların hakları; Doğu Türkistan'da Çin zulmünde her türlü işkenceye maruz kalan Doğu Türkistanlı kadınların hakları da 25 Kasım'da acaba BM'in ilgi alanı içerisine girmekte midir? Yoksa kapitalist ve emperyalist sömürgeci toplumlar diğer birçok konuda olduğu gibi kadın hakları konusunu farklı ülkelere müdahale etmek için bir Truva atı olarak kullanmaya devam mı ediyorlar?
Eğer hak noktasında eşitlik konuşulacaksa bunun öncelikle dünyadaki tüm kadınların eşit kabul edilmesiyle başlanması gerektiği isabetli bir yaklaşım olacaktır. Şayet kadın erkek eşitliğinden bahsedilecekse ve şiddeti engelleme önleme söz konusu ise o zaman neden bir erkek öldürüldüğü zaman "erkeğe yönelik şiddet" ifadesi kullanılmıyor da kadın cinsi ayrıştırılarak ve cinsiyeti vurgulanarak "kadına yönelik şiddet" ifadesi kullanılıyor? Hem medya olarak hem de insanlığının algısı bir cinayet işlendiği zaman maktul kadın ise "kadın cinayeti" olarak vurgulanırken; maktul erkek ise sıradan alelâde bir hadise olarak değerlendirilmektedir. Hak noktasında eşitlikten bahsedeceksek, ister kadına, ister erkeğe olsun her türlü şiddet ve cinayetin karşısında bir tavır almak gerekmektedir.
25 yıldır her 25 Kasım'da temcid pilavı gündeme getirilen mezkur güne rağmen, Afrika'nın, Ortadoğunun, Uzakdoğunun, Müslüman coğrafyaların, Çin ve Hindistan'ın kadınları hâlâ sömürülmeye, pazar olarak görülmeye, ucuz iş gücü olarak değerlendirmeye ve bedenleri suistimal edilmeye devam edilmektedir. İşin daha garip tarafı bu suistimalin başlıca aktörleri, kendi ülkelerinde ancak, Batı Kültür ve Medeniyetinin esas alınarak toplumsal ilerlemenin sağlanacağını savunan kimseler ya da ülkelerinde kapitalist, emperyalist, sekülerist ve pozitivist düşüncenin gönüllü çığırtkanlığını veya gönüllü misyonerliğini yapan kimseler eliyle gerçekleşmektedir. Hal böyle olunca "Kadına Yönelik Şiddeti Karşı Uluslararası Mücadele Günü" ifadesi bir kamuflaj veya janjanlı bir ambalaj olmaktan öteye geçememektedir.
Dün akşamki esir takasında görülmüştür ki: bütün o katliam ve soykırımın altında bile Müslüman Mücahitlerin oluşturduğu kassam tugayları esir aldıkları İsrailli kadınların ve çocukların kılına dahi zarar vermeden esir değil de onları bir misafir gibi ağırlamak suretiyle kadın haklarının nasıl olması gerektiği konusunda da anlayana güzel bir ders vermişlerdir. Diğer taraftan siyonist teröristlerin esir kadınlara muamelesi, aynı şekilde Amerikalıların Irak'taki, Afganistan'daki, Vietnam'daki kadınlara muamelesi kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele gününde esas konuşulması gereken husustur. BM her konuda olduğu gibi sadece egemen güçlerin haklarını koruyan bir kuruluş olarak bu konuda riyakarlığına maalesef devam etmektedir.
Mesele eşitlik meselesi değil şefkat, merhamet, ünsiyet, adalet ve hakkaniyet mesesidir.