Ramazan notları
Ramazan ayında insan yaşadığı mamurluğunda etkisiyle gün içerisinde kafasını tam anlamıyla toparlayamıyor. Ne işe-güce tam konsantre olabiliyor ne de günlük diğer rutinlere… Uyku, hep daha fazla uyumak isteği zihinlerimizde. İşte geçtiğimiz haftadan kafamda bölük pörçük kalanlar.
İftara yarım saat kala sanki dünyaları yiyebilecekmişiz gibi hissederken akşam ezanından 5 dakika sonra ayaklarımız yere basmaya başlıyor. Galiba iftarla birlikte nefsimize geçen irademizi yeniden gönlümüz ele geçiriyor. Yetmeyecekmiş gibi görünen yemekler, içecekler çoğu zaman olduğu gibi kalıyor. Elbette bu noktada Ramazan’ın bereketi ön plandadır ama ilk önce gözümüzün doymasının da etkisi büyüktür. Boşa dememişler Allah kimseyi açlıkla imtihan etmesin diye.
***
Ankara’da Kocatepe camisinin avlusunda Diyanet Vakfı tarafından geleneksel olarak düzenlenen kitap fuarına gittik. İstanbul Beyazıt meydanındaki fuarla kıyas edilemez. Yayınevi çeşitliği çok fazla yoktu, ziyaretçi sayısı da ona göreydi ama hiç yoktan iyidir. En azından ihtiyacımız olan, merak ettiğimiz bazı kitapları alabildik. Ne diyelim darısı Konya’nın başına. Konya gibi bir şehirde bir yıldan fazla bir süredir kitap fuarı açılmıyor. Büyükşehir belediyesinde kültür-sanat işleriyle ilgilenen yetkililer zahmet edip acaba 2016 yılı içerisinde bir kitap fuarı organizasyonunun programlarında olup olmadığını açıklayabilirler mi? Ya da bir yıldır neden kitap fuarı yapılmadığı konusunda mantıklı bir gerekçeleri var mı merak ediyoruz.
***
Avrupa Şampiyonası Ramazan ayına farklı bir hava kattı. Allah affetsin iftar davetlerimizi bile maç programına göre yapmaya başladık. Malum uzun süredir gündemimizde mülteci meselesi var. Göçmenler, ülkemiz üzerinden Avrupa’ya göç etmeye çalışanlar. Milli takımlara baktığımız zaman birçok ülkenin göçmenlerden devşirilen futbolculardan oluştuğunu görüyoruz. En bariz örnek İsviçre-Arnavutluk maçında yaşandı. İsviçre’nin ilk 11’inde sadece 3 tane gerçek İsviçreli futbolcu vardı. Geri kalan 8 futbolcu çeşitli ülkelerden İsviçre’ye göç edip vatandaşlık alan futbolculardan oluşuyordu. Bu futbolcular arasında 2-3 tanede Arnavut kökenli futbolcu olması, hatta iki kardeşten birisinin Arnavut, diğerinin de İsviçre milli takımının formasını giymesi kaderin bir cilvesiydi. Avrupalı devletleri hep hem göçmenleri küçük görüp hem de onları kullandıkları için eleştiriyoruz. Peki, bu kimliklerini yitirmiş göçmenler tam olarak ne oluyorlar. Örneğin o maçta İsviçre formasını giyen başta Arnavut kökenli Müslüman futbolcular nasıl bir ruh halindeler ki Ramazan ayında ambleminde haç olan bir ülkenin milli formasıyla kendi ülkelerine karşı oynayıp, galip geldiklerinde sevinebiliyorlar. İşte Avrupa bu tarz göçmenleri istiyor. Sorun çıkarmadan, kolayca asimile olabilecek, çıkar uğruna her türlü kutsal değerinden vazgeçebilecek insanları.
***
İsmail abi(!) şu ara haber için ulaşamadığı yetkililerden, akademisyenlerden muzdarip. Kendisine tavsiyemiz habercilikte iyi niyeti bazen bir kenara bırakması. Bir oda başkanı ya da yetkili hakkında iddia mı var. Kaynağına güveniyorsan acımadan yaz haberini gerisini onlar düşünsün. Haber çıktıktan sonra bir gün önce ulaşamadığın programı yoğun olan, toplantı da olan yetkili birden sana ulaşıverir. Tedirgin, titreyen sesiyle olayın aslında öyle olmadığını, müsait olduğunuz bir zamanda sizinle görüşmek istediğini, yoğun programından ancak fırsat bulup size yeni dönebildiğini falan anlatır, tecrübeyle sabittir. Konya basınında küçük dağları ben yarattım havasındaki kıymetleri kendinden menkul bazı tipler sözde kulis gazeteciliğini kurdukları ikircikli ilişkilerle yürütüyorlar. Hal böyle olunca da meslekteki dünkü çömezler duayen gazeteci sıfatıyla kasılıyorlar. Biliriz İsmail abinin(!) o taraklarda bezi yoktur. Kendi reklamını yapmayı bilmez, kendini pazarlayamaz sadece haberinin peşinden gider. Bu yüzden de o yetkililerle bir türlü ulaşamaz. İşin özeti deve ve diken meselesidir…
Ramazan ayı içerisinde kafamıza takılanları not edip aktarmaya devam edeceğiz. Şuurlu bir şekilde Ramazan’ın feyzinden nasiplenmemiz dileğiyle…