Paylaşabilmenin Aşuresi
Çocukluğumuzun aklımızda kalan unutulmaz ağız tatlarındandı aşure tatlısı. Her aşure günü ninem o eski Osmanlıca kelimelerle neden bu gün onca katıkla bu çorba yapılır öyle tatlı anlatırdı ki; Nuh’un Gemisinin son günlerini çok tatlı geçirdiklerini hayal ederdim. O gün köyde yada mahallemizde hemen her evde aşure pişirilir her eve verilirdi, pişirdiğiniz kadar da gelirdi nerdeyse ama yinede israf olmaz yenir biterdi. Büyükler paylaşmak lazım derdi, zaten bu gün paylaşmanın artığı bir gündü çünkü o zamanlar herhalde daha çok paylaşılırdı.
Muharrem ayının onuncu gecesi, Aşure gecesidir. Ertesi günü de Aşure günüdür. Muharrem ayı, Kur'an-ı Kerimde, kıymet verilen dört aydan biridir. Bu ayın en kıymetli gecesi de Aşure gecesidir. Allah Teâlâ, birçok duâları Aşure günü kabul etmiştir. Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olması, Hz. Nuh’un tufandan kurtulması, Hz. Yunus’un balığın karnından çıkması, Hz. İbrahim’in ateşte yanmaması, Hz. İdris’in canlı olarak göğe çıkarılması, Hz. Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’a kavuşması, Hz. Yusuf’un kuyudan çıkması, Hz. Eyyüb’ün hastalıktan kurtulması, Hz. Musa’nın Kızıl denizi geçmesi, Hz. İsa’nın doğumu ve ölümden kurtulup, diri olarak göğe çıkarılması Aşure günü oldu.
Her ne kadar o gün için aşure pişirilip dağıtılması bir ibadet olmasa da yapılan sadaka ve hayırların sevap getireceği söylenmiştir. O gün oruç tutmanın sevap ve sünnet olduğu, akraba ve dostların ziyaret edilmesi, nafile namaz kılınması gibi ibadetler bu gün için tavsiye edilen davranışlar olarak bildirilmiştir. Bunlarla birlikte sanırım bu gün paylaşmayı hatırlamanın önemli vesilelerinden biri olsa gerek.
Komşuluk, paylaşmayı gerekli kılmıyor mu zaten? Bir musibet geldi mi yardımına koşmayı, bir nimete kavuştuğunda tebrik etmeyi bizzat peygamber nasihat ettiğine göre, bir vesile bu aylar ve günler, hakkını eda etmeye gayretten başka ne düşer payımıza?
Paylaşmayı ancak hatırlatıldığı zaman anımsamaya başlamış bir toplumla yaşıyoruz. Bunca kalabalık insan yığınları, kalabalık şehir ve caddelerimiz, bir köy büyüklüğünde sitemiz ve ancak yaşamadan tükenen onca hayatı fark etmeden biten günler. Birileri göstermeli bu hız dünyasında paylaşmayı bekleyen paylaşılan katıkla doyabilen birilerinin ne kadarda fazla olduğunu. Bir tas çorbanın tadının paylaşınca ne kadar arttığını bilen bir geçmişin nesli olarak soframızda mutlak verilecek bir tutam tuzumuz olduğunu unutmamalı oysa değil mi?
Çevreye bakmalı, kendimize bakmalı; Kendimizde hemen yakın çevremizle paylaşabileceğimiz mutlak bir şeyler var, olmalı zaten bunları paylaşabileceğimiz o kadar çok insanımız var ki, boşa gitmeyecektir, bir kurşun kalem, bir eski roman, bir eski çorba tası…
Paylaşmak lazım; güzellikleri, sevinçleri, üzüntüleri, kederi birkaç saniye tebessüm dolu çizgiyi.