Doç. Dr. Yusuf Sayın
Doç. Dr. Yusuf Sayın Ortadoğu’da İslam ve Siyaset Üzerine

Ortadoğu’da İslam ve Siyaset Üzerine

Literatürde “Ortadoğu” kavramının ilk kez, 1902 yılında Amerikalı deniz tarihçisi ve stratejist Alfred Theyer Mahon’un, National Review’de yayınlanan, Basra Körfezi’nin önemini ele aldığı “The Persian Gulf and International Relations” başlıklı yazısında, Arabistan ile Hindistan arasındaki bölgeyi ifade etmek için kullanıldığını görmekteyiz. Coğrafik konum itibariyle Ortadoğu (Middle East [ing]; Moyen Orient [fr]; Eş–Şarku’l Evsat [Ar]) dar anlamda Türkiye, İran, Mezopotamya, Arap Yarımadası, Körfez Ülkeleri ve Mısır’ı kapsarken, geniş anlamda Libya, Sudan, Eritre, Cibuti ve Afganistan’ı içine almaktadır. Jeopolitik konumu itibariyle önemli ticaret yollarına ve petrol, doğalgaz ve uranyum gibi değerli yeraltı zenginliklerine sahip Ortadoğu bölgesi, bugün, tarihte de olduğu gibi pek çok kültür ve medeniyete ev sahipliği yapmaktadır.

1989(90) yılında Soğuk Savaşın sona ermesi ile neşvünema bulan, serbest piyasa ekonomisine dayalı liberal siyaset ve toplum düzeninin, tarihin ve ideolojilerin sonunu getirerek Ortadoğu gibi bölgeler üzerinde “mutlak hâkimiyet” kurduğu tezinin gelinen seviyede Ortadoğu bölgesinde yaşayan devletler, halklar ve insanlar açısından aslında pek fazla önem ve anlam taşımadığı, bölgenin hâlihazırdaki durumu göz önüne alındığında çok açık görülmektedir. Sanki sonu gelen şey ideolojilerden öte insanlık ve bölge halkları. Özellikle Müslüman toplumların, 17. yüzyıldan itibaren “Batı medeniyeti”, “Müslüman ülkelerin sömürgeleştirilme süreci,” “bağımsızlık mücadelesi,” “ulus–devlet” ve “demokrasi” gibi konularda karşı karşıya kaldığı tazyikleri dikkate almaksızın ve Ortadoğu özelinde Müslüman toplumların bu olgulara ve gelişmelere nasıl cevap verdiğini değerlendirmeksizin Ortadoğu özelinde İslam’ın siyasallaşma olgusunu açıklamak ve anlamlandırmak pek mümkün gözükmüyor.

İhsan Dağı, “Ortadoğu’da İslam ve Siyaset” adlı, bölgedeki İslam ve siyaset ilişkisini çok net bir şekilde vuzuha kavuşturduğu çalışmasında, 21.yüzyılda teknolojik ve sosyal değişimin geleneksel toplumların değer ve inançlarına baskı yaparken eski ve yeni arasındaki uçurumun daha da derinleşmesinde katalizör vazifesi gördüğünü ifade etmektedir. Böyle bir yapının gereği olarak toplumda, sosyal davranışlar sergilemeyi adet edinmiş bireyin, ferdiyet (hususiyet) tasavvuruyla cemaatleşmesinin önü açılmıştır. Bu anlamda, aidiyet/kimlik sorunu veya benzeri psikolojik sorunların ortasında kalan birey, amaçlarının veya ideallerinin karşılanması, problemlerine çözüm üretilmesi için dini dinamikleri seçmiştir. Bu ise Dağı’nın “geleneğin yeniden keşfi” dediği sürecin önünü açmıştır. Bu noktada, Ortadoğu toplumlarının geri kalmışlığı, mensubu olduğu kültür ve medeniyetinden sıyrılarak, Batı’nın seküler ve materyalistlik ideoloji ve değerlerini benimsemelerinden, Dağı’nın ifadesiyle, modern cahiliye içinde olmalarından kaynaklandığı ve bu durum ise xenocentrizm/yabancı hayranlığını beraberinde getirmiş olduğu ifade edilebilir.

İslam’ın “üçüncü bir yol” olduğu tezi ya da İslam’ın modernite ile olan ilişkisini açıklama çabaları beraberinde sıkça kullanılan bir kavram olan “siyasal İslamcılığı” getirmiştir. Ortadoğu bölgesi özelinde din-devlet ilişkisinin siyasal İslamcı hareketlerin kazandığı ivmenin bir sonucu olarak yeni bir safhaya girdiği görülmektedir. Siyasal İslam, rejimlerin meşruiyet temellerini zorlayan ve siyasal iktidara karşı etkin bir muhalefet ve muhtemel bir alternatif olarak, Ortadoğu bölgesindeki ülkelerde yaşayan insanların siyasal iktidara katılım taleplerinin şiddetle reddedilmesi ve bastırılmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu durum ise şimdilerde olduğu gibi Ortadoğu’ya çatışma ve istikrarsızlığı, bununla birlikte insanlarına mutsuzluk ve acıyı getirmiştir.

Demokratikleşme ile “radikal” İslamcılığın iktidara geleceğine olan inanç, bir yanda Ortadoğu’yu Batının küresel demokratikleş(tir)me politikasının dışına itmekte iken, diğer taraftan bölgedeki İslamcı olmayan, lâik-demokrat kesimlerin bu yöndeki taleplerini frenleme işlevi görmektedir. Sonuçta Ortadoğu’daki otoriter rejimleri meşrulaştıran ve onları kalıcı kılan bir süreç işlemektedir. Ortadoğu’daki karışıklığın nedeninin İslamcı hareketlerin, Ortadoğu monarşik rejimlerinin Batı ile olan ilişkisinden ve o ülkenin toplumsal, siyasal ve ekonomik yapısında meydana gelen erozyondan kaynaklanan sorunlara bir tepki olduğunu ifade edebiliriz. Bu durumun en somut örnekleri arasında, İŞİD/DAEŞ hareketi, Irak-Suriye-Afganistan savaşları, Yemen-Arap bunalımı, Sünni-Şii çatışması ve Taliban hareketi gösterilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doç. Dr. Yusuf Sayın Arşivi