Neleri nasıl konuşacağız?
“On dokuzuncu asır kâinat ve insana ait meseleleri tasfiye ettiğine inanarak gitti. Aklı sıra ortada muamma bırakmamıştı. İlim bütün karanlıkları silip süpürecekti. Başta fizik, tabiata ait bilgilerin hepsinde anahtar problemlerin destesini taşımanın gururu vardı. Fakat yirminci asırda gene başlarına fiziği alan bütün tabiat bilgileri, eski muammaların tasfiyesi şöyle dursun, bunların üzerine yenilerin bindiğini gördüler. Planck’tan sonra şaşırtıcı bir hızla gelişen dalga mekaniği ve çekirdek fiziği, on dokuzuncu asır ilminin görünür âlemleri yanında görünmez âlemlerin de bulunduğunu ve geçen asırda inkâr edilen metafiziğe geniş yollar açıldığını meydana çıkardı. Zaman, mekân, madde, enerji kodları çatladı.” Peyami Safa / 20. Asır Avrupa ve Biz
Teknolojinin başımızı döndürdüğü ve biz insanları adeta esir aldığı günleri yaşıyoruz. Görünenin tanrılaştırıldığı, görünmez olan her şeyin yok sayıldığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Batıdan doğan bu körleştirici pırıltı bütün insanlığı ikna etti ve bugünkü hayat tarzını dünya sahnesinde oynatıyor. Gücünü çeşitli boyut ve şekillerde ekranlardan alan bu dayatma insanlığın maddi manevi bütün varlığını sömürüyor. Zira bu bilimsel gelişmenin ve teknolojinin gücüne ayar verenler sömürge kafasına sahip olanlar tarafından yönetiliyor. Büyük bir zafer kazandıklarını ve dünyanın bütün zenginliklerine konduklarını zannedenler de aslında bütün insanlıkla beraber kaybediyor. İnsanlığı şerefinden soyunduranlar, dünyanın rezervlerini talan edenler, bir gün gelecek ve bu insanlıktan başka bir insanlık, bu dünyadan başka, istedikleri gibi kullanabilecekleri bir dünya olmadığını görecekler.
Çağımızda nereye bakarsak bakalım bir kaosun olduğunu görüyoruz. Janjanlı hayatların içinde büyüyen bir huzursuzluğu, keşmekeşin ve stresin varlığını nasıl inkâr edebiliriz. Komşunun evi yanarken gamlanmadan yaşanabilir mi? savaşlar, uyuşturucu belaları, kadın cinayetleri, kaybolan çocuklar, çarpık ilişkiler ve adı konmuş, konmamış insanlığın başına açılmış bir sürü felaket.
Çağ değişimi buhranlarını andıran bu müthiş kararsızlık ve huzursuzluk, ilmin ve tekniğin her meseleyi halledeceğine inanmış olanları utandırmaktadır. Hadiseler arsandaki münasebetleri ve kanunları bulmaktan başka işi olmayan ilim ve insanın madde planındaki işkillerini, yaşama zorluklarını azaltmaktan fazla marifeti olmayan teknik, bizi asıl manamıza ve onun talep ettiği bambaşka yaşama üslubuna kavuşturmaktan acizdir. Peyami Safa / 20. Asır Avrupa ve Biz
Peyami Safa’nın mezkûr kitabından alıntıladığımız bu iki paragraf, aslında bugün neleri tartışmamız gerektiğini ortaya koyuyor. Ama yukarıda bahsettiğimiz körleşmeden dolayı hiçbir şekilde meselelerin özünü ortaya çıkararak tartışamıyoruz. Oysa Avrupa’nın bu ışıltılı karanlığına karşı mutlaka bir çözüm üretilmesi gerekiyor. Şimdi aynı kitaptan iki Avrupalının sözlerine bakalım. Belki bazı şeyler daha iyi anlaşılır. Karl Jospers : “Biz insanlar, kendi kendimize asla yetmeyeceğiz. Daha öteye geçeceğiz ve Allah’a ait şuurumuzun derinliği nispetinde büyüyeceğiz ve bu şuur aynı zamanda, bizi kendi kendimize karşı şeffaf bir hale getirerek ne kadar yetersiz olduğumuzu bize gösterecek.” Ve Einstein: “Hedefi din tayin eder, fakat hangi vasıtalara başvurulması lazım geldiğini en geniş manada ilimden öğrenir. İlim, hakikati tam manasıyla bilmek isteyenler tarafından kurulabilir. Fakat bu duygunun da kaynağı dindir. Bu derin imana sahip olmayan bir âlim tasavvur etmiyorum. Durum şöyle bir hayal ile ifade edilebilir: Dinsiz ilim topal, ilimsiz din kördür.” İşte bu iki söz diziminden sonra bir daha düşünelim ve çağın manzarasına bakarak hastalığın nereden kaynaklandığına sağlıklı bir karar verelim. Neleri konuşacağımıza, nasıl bir hayat tasavvur edeceğimize yönelelim.
Hayat, mematsız düşünülemez, yaşanamaz.
Sevgiyle kalın.