Ne güzel olurdu!
Dünya, insana sunulmuş nimetler deryası; insan, dünyaya indirilmiş, pişmanlık sonrası...
Dünyada kötü bir şey yoktur. Yaratılmış olan her şey bir maksada matuftur ve güzeldir. Bu güzeller içinde en şerefli olan da insandır.
Gel gör ki, her güzelliği katleden de yine insandır.
Toplumsal yaşantı, yaşanılan kötü olayların aksini tespit etmek ve tespit edileni tahakkuk ettirmek için ortaya konan gayret ile güzelleşir.
Bu yazımızı da söz konusu gayretin bir parçası olarak görün efendim.
İnsanın müdahil olup bozduğu durumlar için, derin bir ‘keşke’ içeren yazı başlığımızın, kadere muhaliflik olarak algılanmasını istemeyiz.
Yazımıza verdiğimiz başlığı, Türkiye’mizde yaşanılan olaylar ve karşılaşılan durumlar ile sınırlandırdığımızı da ifade edelim.
Ne güzel olurdu, diyerek başlayalım.
Çocukların masumiyet karnesindeki notlar, büyüklerin samimiyet karnesinde de olsa, ne güzel olurdu.
Eğitim fakültelerinin taban puanlarının tıp fakültelerinin taban puanlarının üzerine çıkarılarak öğretmenimin ayağa düşürülen itibarı yeniden ayağa kaldırılabilse, ne güzel olurdu.
‘Devlete kapağı atmak’ kavramı ve ‘referansın kim’ sorusu, zihinlerimize hiç yerleşmemiş olsa, ne güzel olurdu.
Vefasızlığın ete kemiğe bürünmüş hali olan huzur evleri hiç açılmamış olsa, ne güzel olurdu.
Mağdur olan insanın, kendisini mağdur edeni devletine şikâyet edince, şikayetinin neticesini hemen alabileceğine inanacağı mahkemelerimiz olsa, ne güzel olurdu.
Mülkün temeli olan adaleti tesis için Millet adına karar veren hâkimleri 20 yaşındaki çocuklar arasından seçmek yerine, en az 10 yıllık özel ya da kamu hizmeti olan, 35 yaşını doldurmuş ve hayatı öğrenmiş olan insanlardan seçsek, ne güzel olurdu.
Haklı olanın, hakkını devlet kuvveti ile alacağını garanti eden kanunlarımız olsa, ne güzel olurdu.
Yapılan bir yazılı sınav sonucunda kazananı belirlemek için yapılacak mülakat sınavına giren bir genç, sınavı yapan jürinin elinde bir kazanacaklar listesi olmadığına inanabilse, ne güzel olurdu.
Üniversitelerin akademik personel alımı ilanlarının, belirlenmiş kişi ya da kişiler için verildiği inancı ortadan kaldırılabilse, ne güzel olurdu.
Yardıma muhtaç sayısından çok sayıya ulaşmış yardım derneklerinin (samimi olanları tenzih ile) etiket meraklısı yöneticilerinden geçilmediği günümüzde, kimler tarafından kurulduğu bilinmeyen ama yaralı göçmen kuşları bile tedavi etmek için yaşamış olan Osmanlı Vakıflarını yaşatabilseydik, ne güzel olurdu.
Bir makama atanmış kişiyi, dil ucuyla tebrik etmek yerine, o kişinin o makam için en yetkin insan olduğunu bilerek, en kalbi duygu ile tebrik edebilsek, ne güzel olurdu.
Herhangi bir makama kendisi talip olan insana, kamuda bir daha iş verilmese, ne güzel olurdu.
Belediye başkanlıkları, paraya ihtiyacı olmayan tuzu kuru insanlar yerine, başkanlıktan alacağı maaşa ihtiyacı olan ve para kazanmanın zorluğunu bildiği için devletin parasını çok kolay harcayamayan insanlar tarafından yapılsa, ne güzel olurdu.
Sadece Anadolu topraklarında bile bin yıllık tarihi olan Türk Milletinin kurduğu en büyük medeniyetlerden olan Osmanlının merhamet medeniyeti ve eserleri ile bağımızı bir gecede koparan devrimleri devirebilecek idrake sahip olsak, ne güzel olurdu.
Liderin hatırına verdiğimiz oylarla yıllarca belediye başkanlığı yapan insanların niçin milletvekili ve bakan yapıldığı, bizim gibi sıradan insanlara anlayacağımız dilden anlatılsa, ne güzel olurdu.
Mevzuat yazan insanlar, merhametten uzak insanlar arasından seçilmese, sahayı bilen insanların eline kalem verilse, ne güzel olurdu.
Yıllarca tayin için uğraşan ve milletvekilinin araya girmesi ile talebi yerine getirilen personel için, milletvekili ilgili kurumun genel müdürünü arasa ve “bu personelin tayininde sakınca yoksa niçin yıllarca bekletildiğinin, tayini mevzuata uygun değilse, milletvekili talebiyle niçin yapıldığının” hesabını sorsa, ne güzel olurdu.
Torpil, köşedeki bakkalımızda satılan eğlencelik olarak kalsa, ne güzel olurdu.
Bir kurumun bürokratı, yetkisini kanundan aldığı idare etme tavrına karışan ve personeli kurumun neresinde görevlendirileceğine bile müdahale eden siyasetçiye gereken cevabı verebilecek cesarette olsa, ne güzel olurdu.
Sendikalar sendikacılık yapanların ikbal devşirdiği, makam mevki sahibi olmada basamak olarak kullandıkları kuruluşlar olmasa, üyelerin kazanımı için çalışıldığı inancı bütün üyelerde bulunsa, ne güzel olurdu.
Enaniyet ve kibrin çağlar dolaştığı günümüzde ‘ben’ diye başlayan cümlelerin hepsi, “Ben Allah’ın varlığına ve birliğine, Muhammed Mustafa’nın (sav) O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim” demek için kurulsa, ne güzel olurdu.
Ne güzel olurdu…