Mevlevi Gülbank’ı ve Dokuza Kadar On Şiiri
Merhaba değerli sayfa dostlarım: herkesin sağlığı yerinde olsun, işi gücü rast gelsin inşaallah. Havalar kış mevsimi şartları gereği hem sisli hem de birkaç gündür sabahları kapalı oluyor. Sabah namazı vaktinde şafak ufukta doğarken ortam bulutlu hatta kurşuni gri renklerle kapalı oluyor. O yüzden güneş kolayca herkese yüzünü göstermiyor. Bazen bulutların perdesini kısa süre aralayıp dünyaya şualarını kısacık bir süre gönderiyor. Sonra aniden bulutların arkasına çekiliveriyor. Bugünde öyle oldu, ben yine de bulutların arasından dün güneşin Konya ovasına merhaba dediği saniyelik anları takip ettim ve o anı yakaladım.
Mevlâna şehri Konya'da Mevlâna’yı en az bilen torunlarıyız. Mevlâna Celaleddin Rumi’nin 751. vefat yıldönümünde Mevlevi dergahına ait yeni güne merhaba deme seslenişini hatırlayalım mı? Hani dergâhta sabah namazına dervişlere nezaket ile uyandırma/çağrı seslenişi olan “agah olun erenler” hitabını da unutmayalım. Vakti zamanında dergâh piri ve dervişlerin sabah ritüeli olan birbirlerine sesleniş tarzı olan gülbank ile yeni günü karşılayalım.
Farsça’da “gül sesi” mânasına gelen gülbank yapılacak işin hayırlı, uğurlu olması veya sağlık, esenlik, başarı dileğiyle ve kalıplaşmış bir ifade tarzıyla Allah’a yalvarıp yakarmayı dile getiren dua metinleridir. Osmanlı cemiyet hayatında çeşitli toplantılar yanında dinî törenlerde, özellikle tarikat âyinlerinde okunan birbirinden farklı gülbank metinlerinin en belirgin vasıfları, dualar gibi seci ve iç kafiyelerin de yardımıyla ve belli bir eda ile yüksek sesle okunmaya elverişli melodik bir yapıya sahip bulunmalarıdır. (https://islamansiklopedisi.org.tr/gulbank)
Abdülbaki Gölpınarlı gülbank kelimesine bülbül sesi biçiminde anlam vermiştir. Gülbanklar genellikle "Allah Allah illallah", "Allah Allah eyvallah" ve "Bism-i şah Allah Allah" girişiyle başlar ve peşinden de okunduğu yer veya duruma uygun iyi dilekler ve temenniler ile devam eder. Terim olarak ise Mevlevilik, Bektaşilik, Halvetilik, Kadirilik, Rufailik, Bektaşilik, Alevilik gibi tarikatlarda hep bir ağızdan yüksek sesle söylenen alkış, dua içerikli sözlü edebiyat ürünü anlamı taşır (https://tr.wikipedia.org/wiki/Gülbank)
Mevlevilikte sabah gülbankına bir örnek şöyle:
Sabâh-ı şerîf hayr ola,
Hayırlar feth ola, şerler def‘ola;
Ashâb-ı hayrâtın rûh-ı revânı handân u şâd,
Kulûb-i âşıkân güşâd,
Demler, safâlar müzdâd ola.
Dem-i Hazret-i Mevlânâ,
Sırr-ı Şems-i Tebrîzî,
Kerem-i İmâm-ı Alî hû diyelim hûûû.
Günümüz lisanı ile: “Mübârek sabah vakti hayırlı olsun; hayırlar fetih, şerler def‘olsun. Hayır sahibinin aziz ruhu şâd olsun. Âşıkların kalpleri açılsın. Feyizler, safâlar bol olsun. Mevlâna Hazretleri’nin himmeti, Şems-i Tebrîzî’nin sırrı, Hz. Ali’nin lütuf ve ihsanı için hû diyelim hûûû” demektir.
Peki son zamanlarda Mevlâna anma törenlerinde, şerbet-i veladet günlerinde işitmeye ve duymaya başladığımız gülbank nedir? Semazen.net web sayfasında detaylı bilgiler var: Efendimiz Hz. Muhammed’i remz eden “gül” Türk-İslâm Medeniyetinde müstesnâ bir yere sahiptir. Ecdâdımız bu hassasiyeti gözeterek, “gül” ile güzel sanatların hat, tezhib, minyatür, ebrû gibi şubelerinde emsâlsiz güzelliklere kapı aralamış; “Gülizar” adıyla makam terkip etmiş; şiirde ilâhî ilhamlara erişmiş, yavrularına koyduğu Gülfem, Gülruh, Gülendam, Gülcan, Ayşegül, Nurgül, Birgül gibi isimlerle evlerini gül bahçesine çevirmişlerdir.
Gül alıp gül satan, gülden terazi tutan, gülü gül ile tartan ve çarşı pazarı gül olan insanlar, “Altın tasta gül kuruttum” diyerek bir medeniyet terkibi meydana getirmişlerdir. Uzun asırlar boyunca insanlığı; iyiliğe, doğruluğa, sevgiye, hoşgörüye, kısaca güzel ahlâka davet eden; bunları gerçekleştirecek mekân, düstur ve icrâ usullerini mükemmel bir şekilde ortaya koyan Mevlevîlik Türk-İslâm medeniyetini hakkıyla temsil etmiştir.
Hz. Pîr’in: “Beri gel, daha beri, daha beri” diye çağıran sesine kulak verip “edeb”i ve “muhabbet”i talep edenler “Ey kapılar açan Allâh’ım, bana da hayırlı kapılar aç” niyâzında bulunan, mahzunca boyunlarını bükerek ötelerdeki hakîkatlere açılırcasına semâ‘a başlayan ve Hak’tan aldıklarını halka dağıtan dervîş semâzenler, posnişînin üç kıtadan gök kubbeye bâkî kalmak üzere çektiği “GÜLBANG”e “Hûûû” diyeceklerdir.
Siz hiç gül sesi duydunuz mu?
Gülün rengi, kokusu ve şekliyle ilgili yüzlerce teşbîh, istiâre, hüsn-i ta’lil, geliştiren; tedâî ve karînelerle müstesna söyleyişler gerçekleştiren atalarımız “gül”ün yanına “ses, sedâ, haykırma, makam, ahenk, nağme” gibi anlamlara sahip olan “nevâ” ve “bang” kelimelerini ilâve ederek âdetâ “Gül sesi” elde etmişlerdir. Gönlümce, Gülbang için en yakışan tarif; makbul ve ulu âvâz, olmalıdır. (https://semazen.net/mevlevi-gulbangleri/)
Mevlevi selamlaşması ve tokalaşmasının da farklı biçimleri olduğunu da hatırlayalım. Mevlevi'ler kent tarikatı ve dergahıdır, tasavvufi cezbeleri ve mistik aşkı içselleştirmeleri de en az 1001 gün çile çekmekle tecelli eder. Herkes değil "er kişi" olan Mevlevi dervişi olabilir, derviş de anlam olarak kapı eşiği demektir, üzerine basılır geçilir ve bu halde iken gani gönüllüdür.
Mevlevi dervişi boynuna keşkül tasını takar, çıkar bedestene esnafa selam verir, bir yanda günlük yiyecek ve içecek toplar ya da maddi yardım toplar. Keşkül örnekleri türbede yer alıyor. Mevleviler dünyanın dönüşüne adeta eşlik ederek dağdağalı ve koşuşturmalı güncel hayata bir es verirler ve sema yaparak Allah'ı anarlar ve raks ederler.
Dervişlik hava atma değil mahvolma işidir, ondan Mevlâna Celaleddin Rumi biraz da heterodoks bir tavırla "hamdım, piştim, yandım" diyor, Pir Sultan Abdal ise aynı çizgide dergâha geldiğinde talip olarak önce "insan olmaya geldim" deme kibarlığını gösteriyor.
Ünlü müzik grubu MFÖ "Hisarbuselik makamına" şarkısında hiç dikkat ettiniz mi? "Leyladan geçme faslındayım, Mevla'yı bulma Yollarında" derken bu insan-ı kâmil olma yolculuğuna işaret edilir. Tam da bu noktada Merzifonlu Şeyh Abdurrahim-i Rumî'nin iki dizelik mısrası aklımıza gelmeli:
Tevbe Yâ Rabbi hata râhına gittiklerime
Bilip ettiklerime, bilmeyip ettiklerime
Lavinya şairi merhum Özdemir Asaf'ta aynı kaygıyı, çileyi ve tasayı kimse pek orasını bilmez ama "Dokuza Kadar On" başlıklı şiirinin son mısrasında " ah, bilip ettiklerim, bilmeyip ettiklerim" diyerek tedai ve telmih sanatını kullanarak çağrışım ile dile getirmiştir.( https://ozdemir-asaf-dokuza-kadar-on.nedir.org/)
DOKUZA KADAR ON
Önce hepsini yazdım, sonra hepsini çizdim.
Yazıp çizdiklerimden çıktı kara bir resim.
Baktım, orada, bir-bir duruyor sevdiklerim.
Bakıyorlar ardından, yazıp çizdiklerimin,
O, yazarken ya da çizerken bilmediğim.
Bilmeden yazdıklarım, bilmeden çizdiklerim.
Beni çizdi sonunda, yazıp da çizdiklerim.
Bana gülüyor şimdi, yitip-yitirdiklerim.
Çizilmemiş olanlar, yazmayıp bildiklerim.
Ah ''bilip ettiklerim, bilmeyip ettiklerim."
O halde ey kari, izninle yine güne başlangıç sözü olarak dilimize pelesenk olmuş bir dua ile yazıyı bağlayalım. "Ya müfettihal ebvâb, iftah lenâ hayral bab" Ey kapıları açan Allah’ım, bize en güzel hayır; sıhhat, afiyet, kurtuluş, yükseliş, bolluk, ferahlık, kardeşlik vb. kapılarını aç. Bizi Sen'den mahrum etme Allahım.!
MFÖ-Allah Allah (Dertliyim)