M. Emin Saraç Hocaefendi’nin Ardından..
1984 Şubat tatilinde Konya İlahiyat Fakültesi öğrencileri olarak umre yolculuğuna çıkmıştık. Otobüsle Irak’ın Zaho sınır şehrinden girerek Musul, Ninova, Bağdat ve Kerbela üzerinden Suudi Arabistan’a geçmiştik. Bir tarafta İran-Irak savaşı bütün hızıyla sürüyor, yollarda cepheden gelen cenazelerle karşılaşıyorduk. Geçtiğimiz yolların kenarlarında tanklar ve uçak savarlar siperde mevzi almıştı. Musul’da konaklıyoruz. Daha önce 2-28 Şubat 1982 tarihlerinde Hafız Esat’ın emriyle kardeşi Rıfat Esat özel kuvvetleriyle Hama şehrine saldırmış, kimyasal silahların kullanıldığı bu katliamda yaklaşık 38.000 Müslüman dünyanın gözü önünde şehit edilmişti. Ölen Müslüman olduğu için dünyadan kınama sesi bile yükselmemişti. Kaçabilen Müslümanlardan bir kısmı farklı ülkelere sığınmıştı. Bu ülkelerden birisi de Irak’tı. Musul’da buraya hicret eden önde gelen bazı alimlerle karşılaşmış ve onlarla Suriye’nin Hama kentinde olup bitenlerle ilgili bilgi almıştık. Ben bu alimlerden birisine “Müslüman Kardeşler ”in tasavvufa bakışını sormuştum. Bizzat defterime: et-Tasavvuf ve’l-Mutasavvuf ale’s-Safa/veterake’d-dünya ala kafa” şeklinde bir ibare yazmıştı. Bununla tasavvufa bakış açılarını özetlemişlerdi.
Diğer taraftan yine Yunus Peygamberin yattığı Ninova’ya gidip onun kabrini ziyaret etmiştik. Bağdat’ta ise, İmam-ı Azam hazretlerinin yattığı Azamiye camisine, Abdülkadir Geylanî hazretlerinin yattığı türbeyi ziyaret edip, aynı ismi taşıyan camide namaz kılmış, tasavvuf büyüklerinden Bişri Hafi’yi, ayrıca şii Müslümanlarca kutsal kabul edilen on iki imamdan birisi olan Musa Kazım’ın medfun olduğu Kazımiyeyi, sonra da Hz. Hüseyin (a.s)’ın kabrinin bulunduğu Kerbela’yı ziyaret etmiştik.
Irak’tan 12 Şubat 1984 tarihinde ayrılarak Arar kapısından Suudi Arabistan’a girdik. Yolda Medine’de mücavir olarak bulunan Ramazanoğlu Mahmud Sami hazretlerinin vefat ettiği haberini aldık. Ertesi gün Medine’de Mescid-i Nebi’de öğle namazına yetiştik. Sami Efendi’nin oturduğu evlerine çok yakın bir yerde konakladık. Biz de hocalarımızın refakatinde başsağlığı için cenaze evine gittik. Neredeyse Medine’de bulunan bütün Türkler de oradaydı. Kaldığımız her gün yemekleri orada yedik. İşte böyle bir ortamda Muhammed Emin Saraç hocamızla karşılaştık. Kendileri de oradaydı. Âcizane bizim Kur’an okuyuşumuzu çok beğenmiş, bu sebeple de takdir etmişlerdi. Saraç hocamız Kur’an dinlemeyi çok severlerdi. Onun bulunduğu her ortamda bana hep aşr-ı şerif okutmuştu. Hem evde ve hem de Mescid-i Nebevi’de aşr-ı şerif okumak nasip olmuştu. Medine’den Mekke’ye geçtiğimizde yine Emin Saraç hocamızla Mescid-i Haram’da karşılaşmış yine Mescitte birkaç kez Kur’an okumuştum. Bana eğer okumak istersem Medine’de bulunan Uluslararası İslam Üniversitesinde ya da Mekke’de bulunan Ümmü’l-Kura Üniversitesinde yardımcı olacağını söylemişti. Mescid-i Haramda yaptığımız bir sohbette tabiinin büyüklerinden Hasan-ı Basri Hazretlerinin kader risalesinden, hocası Şeyhu’l-İslam Mustafa Sabri Efendinin Mevkıfu’l-Akıl ve Mevkıfu’l-Beşer tahte sultani’l-Kader risalelerinden bahsetmiş, mutlaka okumamı öğütlemişti. Ayrıca Şeyhu’l-İslam Vekili Muhammed Zahid el-Kevseri hazretlerinden de söz etmişti. Daha sonra ben de bu eserleri edinip okumaya çalışmıştım. Çok istifade ettiğimi söyleyebilirim. Her halde Kelam İlmi alanında ihtisas yapmamda bu yönlendirmenin önemli payı olduğunu düşünüyorum.
Muhammed Emin Saraç hocamızla bir diğer görüşmemiz de 24-25 Kasım 2007 tarihlerinde Düzce Gölyaka Efteni Otel’de düzenlenen Uluslararası Düzceli M. Zâhid Kevserî Sempozyumu’nda olmuştu. Bizim İlahiyatçı hocalar Muhammed Zahid el-Kevserî üstadımızın Kelam, Fıkıh, Tefsir gibi İslami ilimler alanına yaptığı katkılarını anlatıyorlardı. Emin hocamız da hiçbir oturumu kaçırmıyordu. En önde sanki nöbetteymiş gibi yerli ve yabancı hocaların sunumlarını can kulağıyla dinliyordu. Hocalarımız Kevserî şöyle dedi, Kevserî böyle dedi gibi ifadelerle ondan bahsediyorlardı. Böyle bir üsluba bizim geleneksel ulemamız alışkın değildi. Ben de tebliğimi sundum. Kevserî hocamız şöyle dedi, böyle dedi şeklinde saygı ifadelerine dair bir üslup içerisinde anlattım meramımı. Oturum bitince beni yayına davet etti. Bana takip ettiğim saygı dolu üsluptan dolayı takdirlerini ve teşekkürlerini ilettikten sonra, hocaların salt Kevseri şeklindeki ifadelerine çok üzüldüğünü söyledi. İnsan dedi, Allah rahmet eylesin, ya da hocamız, üstadımız, büyüğümüz gibi ifadeler kullanır. Çok üzülüyorum, demişti. Hocalar Kevseri dedikçe elindeki bastonu havaya bir kaldırıp bir indirdiğine şahit oluyordum. Rahmetli Emin hocamız geleneğimizin hem hâfızı ve hem de muhâfızı idi.
Daha sonraları İstanbul’a gittiğimde mutlaka Fatih camiine gider, onu ziyaret ederdim. Caminin hücresinde ya hadis okuttuğuna bazen de Şifa-i Şerif gibi eserleri talebelerine okuttuğuna şahit olmuş, derslere kısa süreliğine de olsa katılmıştım. Onun elini öper, hayır duasını alırdım. Gerçekten hocamız vizyon sahibi bir insandı. Hem ülkemizin ve hem de İslam âleminin inkıraz dönemlerine rastlamış, büyük acılar yaşamış, bir yönden de umutlarını hiç kaybetmemişti. Mütemadiyen o, dini ilimleri genç nesle aktarmanın heyecanını yaşar, ziyaretine gelenlere de bu duygularını aşılardı. Hayatı boyunca ilim ve irfan hayatından kopmamış, bütün sıkıntılı süreçleri manevi zenginliğiyle neşve içerisinde atlatmasını bilmişti.
Rabbim Muhammed Emin Saraç hocamızı rahmetine gark etsin, gani gani rahmet eylesin; yakınlarının, öğrencilerinin ve ümmetimizin başı sağ olsun.