Kur’an-ı Kerim’i Yakmaların Arkasında Ne Var?
Son zamanlarda Danimarka, İsveç, Norveç, Hollanda, -bu ülkelere ABD’de de eklendi- gibi ülkelerde İslam dininin sembollerine karşı yapılan saldırılarda bir artış gözlemleniyor. Elbette saydığım sadece bu ülkeler değil, başka ülkeler de var. Daha önce, camilere, İslam kültür merkezlerine ve İslami giysilere saldırılar yapılıyordu. Bunlar kesilmedi ama özellikle bütün Müslümanların üzerinde ittifak ettiği Kutsal kitabımız Kur’an’a yapılan saldırılarda bir artış gözlenmektedir. Kur’an’a yapılan saldırı şekli yakmak tarzındadır. Bu menfur eylemi kimler gerçekleştiriyor? Yahudiler mi Hristiyanlar mı yoksa paganistler mi? Görebildiğimiz kadarıyla paganistler gerçekleştiriyor. Ne yazık ki bazı Batılı ülkelerde Kur’an yakmalar polis koruması altında yapılıyor. Mücrim failler korunuyor. Ülke yetkililerine, neden bu suçu işleyenlerin engellenmediği sorulduğunda “ifade özgürlüğü” yalanına sığınıyorlar. Maalesef bu zihniyetler ifade özgürlüğü konusunda da samimi değiller. Çifte standart bir politika izliyorlar. Örneğin, polis korumasında Kur’an yakmaya izin veren İsveç, İsrail büyükelçiliği önünde Tevrat yakmaya izin vermiyor. İş Tevrat ya da İncil’e geldiği zaman ifade özgürlüğü lafı rafa kaldırılıyor. Tam bir çifte standart politika. Biz Müslümanlar ister İncil, İster Tevrat, isterse Zebur olsun, bu kitapların yakılmasına ve tahkir edilmesine de karşıyız.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’e dönük bu alçak eylemlerin iki amacı vardır. Bunlardan birisi hakaret, bir diğeri de Müslümanları tahrik etmektir. Kur’an’a neden hakaret ediliyor? Çünkü Kur’an, İslam dininin birincil kaynağı ve bütün Müslümanların üzerinde ittifak sağladıkları bir kitaptır. Bilindiği gibi Batı toplumlarında örnek Müslümanların temsilleriyle birçok insan ihtida ederek İslam’a giriyor. Bu konuda Müslümanların düzgün aile hayatı, kadın-erkek ilişkileri, ahlaki ilkelere bağlı yaşama, sadakat, iyilikten yana olma gibi erdemler karşısında bir takım kıskançlıklar ortaya çıkıyor. Övülmesi gerekirken, yerilen bu gelişmeler aşırı milliyetçi çevreleri tedirgin ediyor. Yerli halkın aile yapısı dağılırken ve nüfus da olabildiğince düşerken, yabancı dedikleri göçmen Müslümanların sağlam aile yapıları, nüfuslarında artma ve çocuklarının önemli makamlara gelmesi onları endişeye sürüklüyor. Meselenin arkasında iktidar kavgası var. Bu sebeple gelecekleri konusunda stratejik hesaplar yapıyorlar. Eğer önlem alınmaz ve böyle giderse, 2050’li yıllarda Avrupa ülkelerinin başında Müslüman bir Cumhurbaşkanı, Müslüman bir Başbakan görebileceklerini ileri sürüyorlar. Bütün bu gelişmelerin önüne geçmek için Kur’an’a hakaret ediyorlar. Toplumların Kur’an’a yönelişlerinin önünü kesmek istiyorlar. Ama nâfile…
Kur’an’a dönük saldırıların ikinci nedeni de Müslümanları tahrik ederek olaylar çıkarmalarını sağlamaktır. Amaçları onları kökten dinci, fundamentalist, anarşist gibi etiketlerle etiketlemek ve toplumun gözünde küçük düşürmektir. Biz de bazı ırkçıların Suriyelilere yaptıkları gibi, Batılı ırkçılar da göçmenlere ülkelerinden çıkış kapısını göstermek istiyorlar. Bunu başarabilirler mi? Hayır, başaramazlar. Çünkü Batı kalkınmasının temelinde göçmen işçilerin alın teri vardır. Bu insanların Batı’nın sanayi, teknoloji, eğitim, kültür, siyaset ve yönetim gibi birçok alanında yaptıkları katkılar yüksek bir boyuta ulaşmıştır. Bugün Batı toplumlarında ırkçı şovenist zihniyetli insanların varlığı gibi, vicdan taşıyan insanlar da vardır. Esas olan Müslüman diasporada vicdanlı insanların sesini yükseltmelerini sağlamak için bir şeyler yapmaktır. Batı’da yaşayan öncü şahsiyetler ve örgütler ciddi işbirliği yaparak bu vicdanı harekete geçirmelidirler. Bazılarınız da hocam İslam karşıtlığı sadece Batı ülkelerinde mi var? Başta Türkiye olmak üzere İslam ülkelerinde yok mu? diye soruyorlar. Sizler de sorularınızda haklısınız. Demek ki hem yöneticilerimiz, hem verdiğimiz eğitim ve biz vatandaşlar bu insanlara doğru dürüst söz ve eylemlerimizle örnek oluşturamamışız. Özellikle İslami kisvelere hakaret edenleri görüyoruz. Modernler hala endişeli, bizler de gidişatın ahlaki savrulmalara yol açmasından dolayı endişeliyiz. Herkes endişeli. O zaman oturup düşünmeli, hatta muhalefet yapanlarla birlikte oturup düşünmeli ve eksikliklerimizi hep beraber yeniden gözden geçirmeliyiz. Bir arada yaşamanın zorunlu olduğunu bilmeli ve bu konuda ortak yaşama kültürünü ihya etmeliyiz. Çünkü bu ülke hepimizin.
Sonuç olarak, biz Hak ve Batıl mücadelesinin kıyamet gününe kadar devam edeceğine inanıyoruz. Onun için Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Cihat (söz ve uygulama planında İslam’ı yaşama mücadelesi) kıyamet gününe kadar devam edecektir” buyurmuşlardır. Bunu hem dışta ve hem de içte usulüne uygun bir şekilde yerine getirmeliyiz. Bugün dünya Müslümanlarının sayısı iki milyarı aşmış durumdadır. Müslümanları temsil eden İslam İşbirliği Teşkilatı var. Bu teşkilat hem İslam’ı, hem İslam topraklarını, Kudüs’ü hakkı ile savunmakla birlikte Müslümanların değerlerine yönelik saldırılar karşısında da acil önlemler almalıdır. Birçok ülkenin üye olduğu başta insan hakları kuruluşları, BM gibi örgütlerden kutsal değerlere hakaretin ifade özgürlüğüne giremeyeceği konusunda yaptırım kararları aldırılmalıdır. Alınan bu kararlarda kutsallara saldırının ifade özgürlüğüne girmeyeceği kuvvetli bir şekilde açıkça vurgulanmalıdır. Çifte standarda dayalı politikalara derhal son verilmesi gerektiği söylenmelidir. Bunu İslam dünyası yapabilir mi? Eğer içinde bulundukları dağınıklıktan kurtulabilirlerse, kendi ülkelerinde yeni bir istiklal mücadelesi başlatıp hayatın tüm alanlarından sömürgecilik bağlarını kesip atabilirlerse ve de Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp bölünüp parçalanmazlarsa yapabilirler. Korkarım ki, devrim çapında bu değişiklikler yapılmadığı sürece emperyalist abluka başımıza daha büyük ve korkunç çoraplar örmeye devam edecektir.