Kuraklık Ve Kalkınma
İklim şartları ve kuraklık değerleri üzerinden gelişimsel bir değer oluşturalım. Kuraklık şartlarını konuşmadan önce kavramın detayına dair tez antitez şeklinde yatay ve dikey düzlemde bir zemin oluşturup sorgulamaya tabi tutmak, anlaşılmaya katkı sağlayacaktır. Şayet böyle durum yok ise; sonuçtan önce sebeplerin konuşulması daha doğru olacaktır.
Çöllerin yaygın olduğu bir konumsal alan için kurak ifadesini kullanmak, o yörenin kendi mahiyetini anlattığı için çokta yadırganmaması doğal karşılanır. Yani doğal olanın aslında iklim şartlarına göre insan zihniyeti karşısında olağan bir durum olmasıdır. Bu kesimler içinde coğrafi denge kalkınma şartlarını kuraklık durumu üzerinden ilerletme boş bir çabanın ürünü olacaktır. Öyleyse bu kesimler de yer alan devletler ve milletler için kuraklık şartları bir sorun değildir. Çünkü kuraklık şartları üzerinden bir yıllık ürün oluşturma ya da tarım ekosisteminin varlığını yağış yetersizliğine dayandırma gibi bir süreç söz konusu değildir. Asıl garipsenmesi gereken durum galiba yağmurun yağması olacaktır.
Ülkelerin kalkınma anlayışı sadece maddi bir varlık alanı da değildir, elbette… Bilinçli tarım bir gelişmedir. Akarsu alanının korunması bir gelişmedir. Bilinçli çevre anlayışı bir gelişmedir. Diyebiliriz.
Kalkınmanın, kuraklık şartlarına bağlı olduğunu kabul etmekte bilinçli çevre anlayışından uzaklaşmadan değişen şartlara uyum sağlayamama durumunu baştan kabullenmeyi getirecektir. Ülkelerin gelişimsel sürecinde, tarım toplumlarından başlayan süreç uygarlıkların ilerlemesi ve buna bağlı üretim tüketim zincirinin oluşmasını sağlamıştır. Bu ifade dünyanın neresi için geçerli? Aslında akarsuyun olduğu yağışın ekim ve dikim vakitlerinde bol ya da olmadığı coğrafi alanlar için… Her mevsimin ve iklimin kendi şartlarında yetişen bitkinin dünya üzerinde yerinin ayrı olduğunu da bir kenara not alırsak, aşırı yağış alanlarında dahi tarımın kalkınmaya olan etkisini konuşabiliriz.
Coğrafi dengenin içinde kuraklık ve kalkınma şartlarına olan etki tepki süreci de sonuçta bir kaygı alanı oluşturmaya devam edebilir. Toplam nüfusun, ekili dikili araziye bölümü, beraberinde fizyolojik nüfus yoğunluğu üzerinden, bir veri oluşturabilir. Ve böylece ithalat ve ihracat dengesi tarım ürünleri adına önem kazanır.
Tarımsal faaliyetlerinde çevre düzeyinde konuşulması ve iklim şartlarındaki döngüsü ve kuraklıktan akarsu kirliliğine dair bir örnekle bu kısmı da konuşabiliriz.
Yoğun tarım ilaçlarının kullanıldığı tarım alanlarında, örnek mahiyetinde bir çiftçinin tarım ürünlerine yönelik yaptığı yanlış bir ilaçlama, yağan yağmurun etkisiyle yer altı suyuna ya da yüzey sularına karışıp, açık havza niteliğinde denize ya da göle ulaşabilmektedir. Deniz kenarında deniz ürünlerine yönelik avlanma döneminde avlanan bir balıkçı ilaçlı suya maruz kalmış bir ürünü yakalayıp sofralara taşıma durumu ve sonrası… Sonrasını siz hesaplayın. Akarsu kirliliklerin de bu minimal fakat kuvvetli bir örnektir diye düşünüyorum.
Ya da sadece bununla kalmayıp konuyu toprağın varlığı ve şehirleşmenin etki alanına kadar taşıyabiliriz. Çünkü süreç bir bütündür.
Asfaltlama ile ilgili geçenlerde şöyle kısaca bir belgesel mahiyetinde yağan yağmur miktarını yer altına sızdıran toprakla uyumlu asfalt sisteminden bahsediliyordu. Toprağın bu anlam da kentlerde asfaltlandırılması da sel olayının yaşanmasında etkilidir. Sonuçta tarımla başlayan bu süreç, teknolojinin sanayileşmesi ve sanayileşmenin teknolojiye evirilmesine kadar ilerlemiştir. Kalkınma da kuraklık sadece bir veri fakat çevreye duyarlı olmakta her vatandaşın görevidir. Ve ne olursa olsun dengeli su kullanımı ve tarım faaliyetleri bir gerekliliktir.