Kendimize gelmek için kaç şiddetinde sarsılmalıyız?
Gündelik rutin gündem ve koşuşturmadan kendimizi sıyırıp neler oluyor, gidişatımız nereye diye sormamız için ille de sarsılmamız mı gerekiyor? Peki bu motivasyon bizi nereye kadar götürür, sıkıcı rutinimize dönüp mızmız her şeyden şikayet eden halimize dönmemiz ne kadar zaman alır?
Elazığ ve çevresinde yaşanılan ve üzücü can kayıplarına yol açan depremin ardından bazı şeyleri tekrar hatırladık. Ortalama bir hafta sonra büyük bir ihtimalle yeniden unutacak olsak da… Devletin kısa zamanda kurumlarıyla organize olup gerek enkaz altında kalanlara yardım etmesi gerekse evi barkı yıkılanları şu kış gününde misafirhaneler başta olmak üzere yönlendirmesi önemliydi. Devlet zaten kendinden bekleneni yaparken sıradan vatandaşın elinden geldiğince yardımcı olma gayreti bu ülkenin içte ve dışta uğradığı bunca saldırıya rağmen nasıl ayakta kaldığının göstergesiydi. Belediyeler eliyle yardım malzemeleri toplandı. Tır, kamyon sahipleri yardımları ücretsiz, gönüllü bir şekilde götürmeye talip oldu. Elinden beş-on lira yardımda bulunacak imkânı olan da Kızılay’a AFAD’a bu parayı nasıl gönderirimin derdine düştü.
Madalyonun diğer yüzünden bahsetmek istemesem de maalesef her şey o kadar da güllük gülistanlık değildi. Deprem üzerinden bile siyaset yapmak isteyenler, hükümete çakmak için fırsat kollayanlar her zaman ki gibi devreye girdiler. Sosyal medya üzerinden içlerindeki pisliği kusmanın nasıl olsa bir maliyeti yok. Aynı şekilde oturduğun yerden akıl verip, yalan dolan bilgiler yaymanın da…
Kızılay ve AFAD depremin hemen ardından acil yardıma ihtiyaçlarının olmadığını, kurumların depolarından ilk planda gereken ihtiyaçların karşılanacağını söyledi. İyi niyetli vatandaşlarımız yine de bu kurumlara yardımcı olmak isteyince maddi yardım için çeşitli SMS ve hesap numaraları verildi. Vatandaşın bu iyi niyetli çabasına “Kızılay AFAD ihtiyacımız yok diyor, mallar zorla para gönderiyor” vb. yorum yazanlar, bu toplanacak paraların depremzedelere değil, yeni yapılacak köprü ve yollar için kullanılacağını iddia edenler oldu. Bu alçaklara en güzel cevabı yine bir “sıradan” vatandaş verdi, “Bizim hangi niyetle yardımda bulunduğumuzu Allah biliyor, sorumluluk yetkililerde.”
Sosyal medyaya fazla takılmamak gerektiğini hep söylerim. Çünkü orada yazanlar ya hep ya hiç mantığında. En basitinden en ciddisine kadar her şeyi abartmayı seviyorlar. Kızılay ve AFAD’ın yardıma şimdilik ihtiyacımız yok açıklamasının bile suyu çıkarıldı. Devletimizin kurumları depreme hazır, her türlü ihtiyaç malzemesi varmış diye takdir edilmedi. 99 depremine yaşımız yetiyor, hatırlıyoruz. O zaman devletin kurumlarının nasıl çuvalladığını, depolarda çürüyen çadırlara falan arşivlerden ulaşılabilir. Fakat oturduğun yerden hükümete, devletin kurumlarına, yardım yapan diğer vakıf, derneklere sallamanın bedeli yok, konforu fazla…
Çocuklara süt yardımını bile kimseye göstermeden gizli gizli yapan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının, belediye çalışanlarını göndermesi yetmeyip, tiyatro seven hanımıyla birlikte deprem bölgesine gitmesi ve incelemelerde bulunup yetkililerden bilgi alması takdire şayan. Peşine yaptığı açıklama da üzgün olduğunu belirtip yine kutuplaşma vb. soslara bulamış olsa da. Benim asıl merak ettiğim yetkililere “Ne oluyor ne bitiyor bana çabuk bilgi verin, 16 milyonun başkanıyım ben” deyip demediği(!)
Bu tarz afetler, çevremizde yaşanılan genç ölümler hepsi birer ibret vesilesi. Hayatımızı sorgulayıp, nereden geliyoruz, gidişatımız nereye sorusunu sormak için. En önemlisi deprem veya başka şekilde şu an ölsek vereceğimiz hesabın içinden çıkabilecek durumda mıyız, yoksa bırakın sevaplar yönünde artı da olmayı bankacılık tabiriyle ek hesaba mı girmişiz? Sorular önemli de büyük ihtimalle bir hafta sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edeceğiz ya da ne bileyim bir yerden başlamak gerek bazen…