Kavga
Hz. Adem’le başladı kavga; yaratılış gayesinden sapmasın ve cennete sağlam dönüş yapsın diye de; kötülüğün merkezine şeytan yerleştirildi cehennem formuyla. Allah’ın ikazını unuttu mu unutturuldu mu, şeytanı tanıyor mu tanımıyor muydu, ölümün varlığından haberdar mıydı değil miydi, iradesini nereye kadar kullanma ruhsatı verildi bilmiyoruz. Bu konuda o kadar çok yoruma rastladım ki; yapılan onca yorumun hangisinde tam isabet olduğunu Allah’a bıraktım doğrusunu ancak O bilir diye.
Kavga kelime olarak insan ruhuna ilk düşerken olumlu bir anlam içermez. Hele sokak ortasında dövülmüş mazlum bir insan fotoğrafı varsa zihinde, hem hatırlayınca olaydan korkuyla karışık bir ürküntü duyar insan; hem de mazlumdan yana eğilen bir ateş çıkar yüreğinden.
Annesiyle babasını kavga ederken ve birbirlerine olmadık hakaretleri yaparken gören bir çocuğun gönül dünyasında kopan fırtınaları hala tam manasıyla okuyup çözümleyecek bir ilim olduğuna da inanmıyorum. Çünkü her insanın her olaya ve olayın ruhunda bıraktığı izlere gösterdiği tepkinin derecesi bile farklıdır. Çok şey biliyor edasıyla, gönlüne gurur heykelleri dikmiş ilim adamı etiketli şarlatanlar bu kanaatimizin dışındadır tabi.
Tartışma veya darp gibi kavgalar, bizim esirimizken mutluyuzdur; ama biz ona yenik düşünce ‘’neden incittim, neden kırdım, neden vurdum’’ soruları beynimizi yoklarken bir üzüntü günlüğüne yaslandığımızı yaşayanımız çoktur da; ‘’haklı da olsak tartışmayı bırakmamızı’’ isteyen Peygamber(S.A.V) nasihatının verdiği mutluluğu tecrübe edenlerimize saygısızlık olmasın diye azdır diyelim. Elimizi yakan ateşle savaşmak anlamına gelen böyle bir uygulamayı tercihteki isteksizliğimiz, ‘’öfkemizi yutmuş’’ olmanın vereceği mutluluğu da yok ediyor. Bu da, insanı tanımlamanın en zor tarafı galiba.
Dış dünyamızda ki, özellikle tartışma merkezli kavgalardan hoşlandığımız gerçeğini inkar etmiyorum. Çünkü galibiyet duygusu fıtratımızla ilgilidir; bunun sebebiyse kendimize özgüven verdiğine veya bilgili olduğumuza dair akli bir ölçeğe bağlı oluşumuzdur. Halbuki bunun tevazuya meydan okuyan bir yanılgı olduğunu çoğu kez unutuyor veya akıl edemiyoruz.
Özellikle tartışma merkezli kavgalardan galip çıkanımız da yoktur aslında. Buna rağmen bazen elimiz ve dilimizle değil jest ve mimiklerimizi kullanarak karşımızdakiyle kavga ettiğimiz anlar bile vardır. Bir insanın yüzüne nefretle bakış da bir kavgadır. Şefkatle arasındaki farkı anlamak için kelimeye ihtiyaç var mı sizce? Ama neden?
Kavganın somut ve soyut anlamıyla psikolojik analizi bir makale boyutunu aşar biliyorum ama beni dış dünyamla kavgadan çok kendimle kavgam ilgilendiriyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Yunus Emre’yi değerlendirdiği bir yazısında ‘’Koca pir, sen nasıl bir ateşte piştin de yandın. Ben bu yaşa geldim hala kekreyim.’’ diyordu. İçimde o kadar çok kekre hayat bulmuşken başkaları ile kavgayı çok anlamlı bulmuyorum. Kefende kazanmış olacağım zaferin müjdesi, dış kavgamın da zaferidir. Pas geçtiğimiz ilişki budur. Selamlar.