KAMUOYUNU AYDINLATMA VE TAHAMMÜL KÜLTÜRÜ
Demokratik ülkelerde kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmesi ana meselelerin başında gelir. İnsanlar bilgi sahibi olabilecekler, daha da önemlisi bilgi kanallarına ulaşabilecekler ki tercihlerini doğru bir şekilde yapabilsinler. Bu fikrin arkasında yatan düşünce şudur: Bilgi sahibi olunmadan, olabilecekleri kanallara sahip olmadan, ortaya çıkacak tercihler yanlış olabilir. Dolayısıyla, bilgilenmenin en önemli yollarından biri olan düşünce hürriyeti, basın hürriyeti konularına ağırlık vermekte yarar görülmektedir.
Düşünce hürriyeti her şeyin başıdır. Özgürce düşünemezseniz, kendi kararınızı da veremezsiniz. Kim sizi yönlendirdiyse o kişinin direktifleri, yönlendirmeleri doğrultusunda hareket edersiniz. Yanlış tercihler varsa, kılavuzunuz ‘karga’ olur. Aksi durumda da gayet sağlıklı kararlar verirsiniz. Sıvıların içine konuldukları kabın şeklini alması gibi bir şeydir bu. Size ne öğretildi, empoze edildi onu kabul eder, onu benimsersiniz. Düşünce özgürlüğü ve tercih imkânı kamu görevi söz konusu olduğunda ve kamu yetkisi kullanıldığında hizmeti biraz daha farklı bir görünüm arz ediyor.
Konuyu beraberce değerlendirelim.
Kamu görevi ifa etmek, kamuya ait bir yetkiyi kullanmak her şeyden önce ‘sorumluluk’ getirir. Yetki kullanımı bir görev olduğu kadar sorumluluktur aynı zamanda. Bu nedenle yetki kullananlar ‘başına buyruk’, ‘hoyratça’ hareket edemezler. Kanunun ve teamüllerin koyduğu sınarlara riayet etmek, kararlarını gerekçeli olarak vermek ve eşitlik ilkesine uygun davranmak durumundadırlar.
Kişi görevlerini sürdürürken her şeyden, ama hey şeyden dolayı sorgulanabilirler. Buna hazırlıklı olmaları gerekir. Görevin seçimle veya atamayla gelinen bir yer olmasının hiçbir önemi yoktur. Kamuoyu merak eder, soru sorar, hatta eleştirebilir. Sormaya hakkı bulunur. Görevlinin, işgal ettiği makamın arkasına saklanmadan, bulunduğu mevkii ‘kullanmadan’ hesap verme sorumluluğu bulunur. Hesap vermenin kamuoyu ve genel anlamda toplum açısından bir güvence oluşturduğu düşünülür.
Öte yandan, görevli şahıs eleştirilebilir de demiştik. Bu eleştiri eleştirileni ‘üzebilir’, ‘rahatsız edebilir’ hatta ‘yaralayabilir’. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi bunu söylüyor. Yoksa ‘suya sabuna’ dokunulmasa, eleştireni ‘rahatsız’ etmese ve ‘üzmese’ o zaman ‘eleştiri’ olmaz.
Kamu gücünü kullanmaya talip olanlar bunu peşinen kabullenmiş sayılırlar. Kabullenmeyen toplumun önüne çıkmasın, makamlara-mevkilere aday olmasın, görev istemesin. Kendi işine, gücüne baksın. Efendim, ‘ben hem görevi isterim hem de eleştiri istemem’ demek olmaz. Oyunu kuralına görev oyna. Oynamazsan, ‘çek-git’. Merak etme, yerin mutlaka ‘doldurulur’. Hem de daha iyisi tarafından. Hiç kimse ‘sorgudan azade’ değildir. Çoğu bu dünyada, bir kısmı da ‘diğerinde’.
Kullanılan yetki size babanızdan, hocanızdan, kocanızdan ‘miras’ kalmadı. Millete ait bir yetki. Gerisi laf-ı güzaf. Kendi işinle ilgili ne yaparsan yap. Kendi davranışlarınla ilgili ne edersen et. Ama ‘seçimle gelinen’ bir makamdaysan o zaman olmaz. Zira seçime talip olanlar, eleştirilmeyi, ‘özel’ diye nitelendirilebilecek bilgileri başkalarının bilmesini peşinen kabullenmiş olurlar. Aday olunca, siz kendinizi topluma ‘lanse’ ediyorsunuz. ‘Ben buyum’ diyorsunuz. O zaman da toplumun, özellikle de medyanın sizin ‘o’ kişi olup, olmadığınızı sorgulama hakkı ve görevi doğar. Görevini yapmayan, görmezden gelen, duymamış gibi yabana ‘gazeteci’ denmez. ‘İliştirilmiş’ denir. İngilizcesi ‘emdedded’. Yani ‘embesil’.
Toplum veya toplumun gözü-kulağı olması gerekenler görevini yürütürken ne yapmış bakmak lazım: ‘İftira’, ‘yalan’, ‘yanlış’, ‘hakaret’, ‘küfür’ içeren bir şey yapmışlar mı? Küfür hariç diğerlerinde hukuksal açıdan bir sorun yok. ‘Yalan’ varsa, doğrusunu söylersin. Tekzip edersin. Tekzip, ‘yalanlama’ demek. ‘Yanlış’ varsa doğrusunu söylersin. ‘Hakaret’ (ve ‘küfür’) varsa ‘iade’ edersin. Bütün bu yollar ‘makul ve medeni’ ölçüler içinde olur. Kamu görevi ifa edenlerin başka bir yolu yok.
Öte yandan, kamu görevinin sınırlarıyla ilgili bir şeyler daha söylemek lazım. Kamuya ait ve ifası esnasında kamu gücü kullanılan her şey kamu görevidir. Uzatmayalım; temel kural şu: Bir vazifeyi yürütürken ‘A’ şahsı olarak, yani kendimizken, kullanamadığımız yetkilere sahipsek, o bir kamu görevidir. Nerede olduğu fark etmez. Nasıl olduğu fark etmez.
Son yıllarda bazı kimseler ‘Sivil Toplum’ kuruluşu büyüsünü kullanmayı alışkanlık haline getiriyorlar. Zorunlu üyelik esasına çalışan kurumlara ‘sivil toplum’ diyorlar. Tabipler Odası, Baro, Ticaret Odası gibi kurumlar. Hekimlik yapabilmek için, eğer kamuya ait bir kuruluşta çalışmıyorsanız, Tabipler Odasına kayıt olmak zorundasınız. Ticaret yapabilmek için hakeza. Baro da bu kategoride. Öyleyse oralarda kamu görevi ifa ediliyor.
O zaman oralar ‘sivil’ değil; resmi. Resmi ise eleştiriye hazır olun. ‘Ben hukuk fakültesi mezunuyum, ofisim da adliyede, o zaman asar-keserim’ olmaz. Asamazsın. Eleştiriye katlanman gerekir. Üzse de, acıtsa da, rahatsız etse de. Yoksa düşünce özgürlüğü olmaz. Basın özgürlüğü hiç olmaz.
Düşünceye engel koyamazsın. Makul insanlar düşünür. Düşünmeyen ‘insan’ bile olamaz. ‘Düşünsün ama konuşmasın, yazmasın’ da olamaz. O zaman Nasreddin Hocamızın meşhur hindisine döner: ‘Pahalı, çünkü düşünür’. Düşündüğünü nereden bileceğiz? Hele topluma faydalı şeylere kafa yorduğunu nereden anlayacağız? Basın mensupları savcılık, dava, mahkeme korkusuyla hareket etmez. Etmemesi lazım. Medyanın ‘dördüncü kuvvet’ olarak kabul edildiği günümüzde, “Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet, sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir" sözünün doğrusu ‘bağımsız medyası olmayan’ şeklindedir.
Bütün bunları Türkiye’nin son dönemlerde yetişmiş en değerli Ceza ve Anayasa hukuku hocalarının öğrencisi olmuş birisi olarak yazıyorum. Feyyaz Gölcüklü, Sami Selçuk, Mümtaz Soysal gibi bilim adamları.
Sözün özü: Kamu gücünü arkasına alarak, toplumu bilgilendirme görevini yürüten insanlara karşı derin salvolar, tehditler yayan kişiler, toplumu ve halkı karşısına alan, isimlerini zikretmek istemediğim, liderlere öykünüyorlar. Onların sonları iyi olmadı. Toplum onları affetmedi. Kayboldular gittiler. Ama eleştiren, korkmayanlar bugün ‘Cumhurbaşkanı’. El üstünde.
Gerisi keyfinize…