İyi ki bu dünya geçici, bir de kalıcı olsaydı halimiz nicolurdu acaba?
Adamın biri köyün yakınındaki köprüden geçerken derede tepinen, sağa sola sallanan, sırtında bir yayık, elinde bir çift şiş ve örgü, dudakları kıpır kıpır garip bir adam görünce merak edip sorar:
- Hemşerim, suyun içinde hoplayıp ne yapıyorsun öyle?
- Ben fakir bir adamım; imam, caminin kilimlerini yıka deyince onları getirdim, derede tepiyorum. Üç beş kuruş verirler, şu fani dünyada geçinip gideriz.
- Peki o sırtındaki yayık nedir?
- Kilimleri teperken sallanıyorum ya; içindeki süt tereyağı oluyor. Pazarda satıp şu fani dünyada üç beş kuruş alıyorum.
- Elindeki şişler ne?
- Ellerim boş kalmasın diye bu arada yün çorap örüyorum. Oradan da birkaç kuruş geliyor, şu fani dünyada geçinip gidiyorum.
- Peki aynı anda üç işi yaparken dudaklarınla ne mırıldanıyorsun?
- Geçenlerde Hüseyin Ağa’nın hanımı öldü. Kardeşi Hatçe Aba, Yasin okumamı söyledi. Şu fani dünyada o da birkaç kuruş hediye eder, geçinip giderim …:)
Yolcunun hayreti iyice artmış: “Pes be kardeşim, demiş. İyi ki bu dünya fani… yoksa bir de baki olsaydı, bilmem ki başka neler yapardın…“
UNUTMAYALIM: Mezarlıklar işleri yarım kalmış insanlarla doludur. Çok kimsenin dünyaya yönelik işlerinin bittiği, noktalandığı görülmemiştir.
Şu fani dünyada insan gözü o kadar açtır ki onları çok kere toprak doyurur.
İyi ki bu dünya geçici, bir de kalıcı olsaydı bilmem ki neler yapardık...