IŞİD, KOBANİ, TÜRKİYE
Son birkaç haftamızı ve özellikle de bugünlerimizi şiddetli bir şekilde etkileyen temelde Suriye, özelde de Kobani meselesinin aslı nedir ve biz nasıl yaklaşmalıyız? Önce yöntemle ilgili değerlendirmemizi yapalım. ‘Sakin’ olmamız gerekiyor. Bizim Türkiye’de bağırmamızın, çağırmamızın, üzülmemizin veya sevinmemizin hiçbir anlamı yok. Hissi olduğumuz zaman üzerinde beraberce yaşadığımız, paylaştığımız toprakları ‘çekilmez’ hale getirme riskimiz var. Sosyal medya, televizyonlar, gazeteler ve yorumcular maşallah top-tüfek. Konu ancak bu kadar kutuplaşma meselesi haline getirilebilirdi. Neredeyse ‘başarılıyor’.
Benim sözüm tabii ki kardeşlerimize. İyi niyetinden kuşkumuz olmayan dostlarımıza. Bunlar Türk, Kürt veya Arap olabilirler. Önemli değil. Önemli olan ‘halis’ niyetli olmaları. Yoksa benim sözüm herhangi bir etnik kökene mensup, faşistlere değil. PKK ile işimiz olmaz. Olanla da olmaz. Ya da kafatasçı Türklerle de işimiz olmaz. Olanla da olmaz. Irkçılık bize göre bir şey değil. Kardeşlik bunu gerektirir. Yoksa aynı duygu, düşünce, inanç ve değerleri paylaştığımız insanlara kardeş demeyeceğiz de kime diyeceğiz. Bunun dışındakilere biz ‘kardeş’ desek de onlar bizi ‘kardeşleri’ olarak görmezler. Bunu en yakın bir şekilde geçenlerde yaptığım Balkan gezisinde tecrübe ettim. Sırp, Bulgar, Hırvat fark etmez. Kardeşiniz olamazlar. Lakin Bosna, Kosova, Makedonya’da yaşayan Müslüman kardeşlerinizin size bakışları, konuşmaları, tavırları söze hacet bırakmıyor.
Gündemdeki meselemize dönersek, olayın failleri olmamamıza, etkileme gücümüz sıfır olmasına karşın, çok ‘ateşliyiz’. ‘Kardeşlik’ hukukumuzu bozmadan görüşlerimizi beyan edemiyoruz. Ben, görüş beyan etmeyelim, tarafımız belli olmasın demiyorum. Aksine, ne kadar fazla konuşursak, görüşümüzü beyan edersek o kadar ‘milli doğru’nun bulunmasına katkı sağlarız. Milli sözünden ‘bu topraklara’, yani ‘bize ait’ olanı kastediyorum.
Değerlendirmelerimizde mutlaka söz konusu olayın ‘farklı’ yönlerinin olabileceğini de unutmamamız lazım. Bakıyorsunuz küfürler, hakaretler, ithamlar ve en önemlisi bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmalar. Bunlar millet olarak aramızdaki köprülerin yıkılmasına götürecek şeyler. Dolayısıyla da doğru değil.
Gelelim meselenin özüne. Suriye’de bir yangın var. Bu yangın bizi de maddi ve manevi olarak etkiliyor. Etkilememesi de düşünülemez. Şahsen ben Misak-ı Milliye inanmıyorum. Bu sınırların bizi, ufkumuzu, tavırlarımızı ve reflekslerimizi aşırı derecede sınırlandırdığına inanıyorum. Biz onun çok ötesine hitap etmeliyiz. Yoksa biz Balkanlardan, Suriye’den, Irak’tan, Filistin’den ve Kafkaslardan ayrı olabilecek bir millet değiliz. Kırım bizim meselemiz, Keşmir bizim meselemiz, Filistin bizim meselemiz, Dağlık Karabağ bizim meselemiz, Suriye de bizim meselemiz. Tarihin bize yüklediği sorumluluklar bunlar. Kaçamayacağımız, görmezden, duymazdan gelemeyeceğimiz meseleler.
IŞİD konusunda görüşlerimi önceki yazılarımda ifade etmiştim. Türkiye için ‘faydalı’ bir örgüt değil. Daha doğrusu menfaatlerimiz hilafına çalışan bir örgüt. Suriye’de Esed’e karşı mücadele vermek yerine onun karşısındakilere namlularını çevirmiş silahlı bir grup. Esed bitme noktasına geldiği anda gündeme gelen, Esed’e bir kurşun bile sıkmadan muhaliflere karşı mücadele eden bir örgüt. Bugün Suriye’yi kasıp, kavuruyor. Önünde kimse direnemiyor. Dini çok dar bir şekilde yorumlayarak, ona uymayanları katleden bir teşkilat.
Kobani Türkiye’nin sebep olduğu bir mesele değil. Tek başına Türkiye’nin oraya girmesi, IŞİD’le karşı karşıya gelmesi de mantıklı değil. Türkiye’nin baştan beri savunduğu Esed’in bertaraf edilmesi temelinde halkın talepleri doğrultusunda şekillenecek sistemin restoresini sağlayacak adımların atılması en acil mesele. Sadece IŞİD’i devre dışı bıraktığınızda Suriye gene cehennem olmaya devam edecek. İki milyonu bulan mülteci Türkiye’de kalmaya devam edecek. Bu oradaki insani dramın uzatılması anlamına geliyor.
Son günlerdeki sokak olaylarını da bu kategoride düşünmek gerekiyor. Olayın müsebbibi kim? Etkilenen kim? Bu sorular cevabını bulmadan, analizimiz sağlıklı olmaz. Akılları sıra birileri devletin, milletin malına, mülküne hatta canına kastederek Türkiye’yi Kobani’ye asker göndermeye zorlayacaklar. Bu olmaz. Olmamalı. ABD’de bunu istiyor. AB’de bu istiyor. NATO’da bunu istiyor. Ama bizim milli menfaatlerimize aykırı bir durum. O beyefendiler havadan bombalayacak, siz karada öldürüleceksiniz. Türkiye bunu kaldırmaz. Hiçbir vatan evladı buna feda edilemez. Hele olaya terör örgütü de müdahil olduktan sonra, Türkiye’de hiçbir aklıselim sahibi bu karara imza atamaz. Atmamalı. Ama ABD aklını başına toplar, AB aklını başına toplar ve ‘Esed gitsin, IŞİD temizlensin, mülteci Suriyeliler ülkelerine dönsün ve kendileriyle ilgili kararları kendileri versin’ derse o zaman başka. Onu da İsrail istemez. Yukarıda isimleri zikredilen ülkeler ve devletler istemez.
Kobani’ye girmek çok kolay. Asıl mesele oradan nasıl çıkılacağı. Aynen ‘çiğ köfte’ gibi. ABD Irak’tan çekildi, gitti. İngiltere, Avustralya çekildi. Biz bunu yapamayız. Orası bize Vietnam olur. Belki daha da kötü. Komşuyuz. Tarihin yüklediği sorumluluklarımız var. İnançlarımızın yüklediği sorumluluklarımız var. İnsanlığımızın yüklediği mesuliyetlerimiz var.
Biri şunu açıklamalı: Gösterilerde kullanılan Apo resimleri ne oluyor? PKK bayraklarını nasıl açıklayabilirler? HDP Tezkere oylamasında hükümete neden destek vermedi? ‘Anlı-şanlı’ PKK Türkiye’yi dize getirdiğini söylemiyor muydu? IŞİD’i de dize getirsin. Barışa zorlasın. Çözüm Sürecini Türkiye’nin 30 yıllık kan davasını bitirme süreci olarak görüyorum. Yoksa, PKK gene terör örgütü, Kandil hala hain, teröristler hala terörist.
Kobani’de tehdit altında tutulan masum kadın, erkek, çocuk, yaşlı insanlara üzülüyoruz. Aynı bedenin uzuvları gibiyiz. Onlara, masumlara bir şey olursa aynen Bosnalı, Çeçen, Azeri kardeşlerimiz gibi üzülürüz. Onlara dua ederiz. Yapabileceğimiz maddi, manevi ne varsa yapmaya çalışırız.
İnançlı Kürt kardeşlerimizden, dostlarımızdan beklediğimiz ‘PKK’nın dolmuşuna’ binmesinler. Diğerlerine zaten sözümüz yok. Meseleyi Gazze, Çeçenistan, Bosna ile karıştırmasınlar. Türkiye Cumhuriyeti oralara asker mi göndermişti? Savaş mı ilan etmişti? PYD lideri değil miydi Esed’le anlaşan? Şimdi olaylar tersyüz oldu. Ama ‘yırtılan deli Bekir’in yakası’. Son olaylarda gene yüzbinlerce mülteci Türkiye’ye sığındı. Türkiye onlara kucak açtı. Ama Kürt siyasetçi Türk askerini taşlıyor. Kürt siyasetçi kendi devletini hedef alıyor. Sokaklar savaş alanına çevriliyor. Bizi ötekileştiriyorlar. Bunu da kabul etmemiz mümkün değil. Biz masum Kürtlerin öldürülmelerine üzülürken, onlar bizi öldürmeye çalışıyor, memleketi kan gölüne çevirmeye çalışıyorlar. Güya Türkiye’yi olaya karıştıracaklar. Gene ‘Yavuz, Midilli zırhlıları’ meselesi. Bizi Dünya Savaşına sokacaklar. Öncekinde İmparatorluğu kaybetmiştik, bu defa kaybedecek ‘imparatorluğumuz’ yok.
Bu defa olmaz. Biz almayalım...