Doç. Dr. Yusuf Sayın
Doç. Dr. Yusuf Sayın İran’la Nükleer Müzakerelerde Yeni Anlaşma(zlık)

İran’la Nükleer Müzakerelerde Yeni Anlaşma(zlık)

Lozan’da İran ile P5+1 ülkeleri arasında bir haftadan fazladır devam eden nükleer müzakereler, çerçevesi yine tam kesinleşmeyen yeni bir sonuca ulaşmış bulunuyor. Müzakereler sonucunda ortaya çıkan çerçeve, Temmuz’a kadar tarafların nihai bir uzlaşıya varması gerektiğidir. Müzakereler sonucunda belirlenen mutabakat çerçevesinde Tahran yönetimi Uranyum zenginleştirmede kullandığı santrifüjleri üçte iki oranında azaltmayı ve uranyum stokunu 300 kilogramda tutmayı kabul etmiş; bunun karşısında P5+1 ülkeleri de İran’a yönelik uygulanan yaptırımları kaldırmayı taahhüt etmiştir.

ABD kanadından “tarihi” bir anlaşma olarak görülen müzakerelerde ulaşılan, ama sınırların kesin olarak netleşmeyen bu “uzlaşı”, Obama tarafından “güvene dayalı” olmaktan öte “teyide dayalı” olarak tanımlanmıştır. Obama’ya göre varılan anlaşma tam olarak uygulanabilirse İran’ın nükleer silah elde etmesinin önüne tamamen geçilebilecektir. Obama’ya göre, daha önce belirlenen çerçeveye İran tam olarak riayet etmiş ve tüm sorumluluklarını yerine getirmiştir. Bununla birlikte İran konusunda temkinli yaklaşımını elden bırakmayan ABD, İran’la yakalanan bu aşamanın tarihi bir fırsat olduğunu, bunun çok iyi değerlendirilmesi gerektiğini düşünmektedir.

İran, anlaşmayı sokaklarında halkın sevinç çığlıkları atması ile bir “zafer” havasında kutlarken, tarihi olarak görülebilecek bu anlaşma, Ortadoğu bölgesinde yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirilmektedir. Ulaşılan bu anlaşma, Türkiye açısından da önemli bir başarı olarak kabul edilebilir/edilmelidir. Zira son yaşanan Yemen hadisesinden mütevellit Türk-İran ilişkilerinin gergin ortamında pek dillendirilmese de nükleer müzakerelerin başından sonuna kadar Türkiye’nin arabuluculuğu, bugün Tahran sokaklarında konvoylarla kutlanan “zaferi” İran’a hediye ettiğini çok açık bir şekilde ifade edebiliriz. Tarihsel komşu İran’ın bu noktada Türkiye’nin bu konudaki hakkını teslim etmesi gerekmektedir. Fakat uluslararası ilişkilerde pek çok insani sorun karşısında sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan Türkiye, nükleer müzakere anlaşmasındaki rolüne rağmen yalnız bırakılmış durumdadır. Buna rağmen tarihin ve milletlerin her şeye rağmen vefalı olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Birleşmiş Milletler -söylemsel olarak mutat olduğu üzere- İran’la varılan anlaşmanın bölgeye barış ve istikrar katacağını ifade ederken, üzücü gerçeklik, BM’nin sadece Orta Doğu’da değil dünyadaki hiçbir bölgede barış ve istikrara gereken katkıda bulunamadığıdır. Aynı şekilde Almanya, Rusya, İngiltere ve Fransa açısından da müzakerelerde ulaşılan seviye, bölge özelinde barış ve istikrara katkı sağlayıcı olarak görülmektedir. Müzakerelerde gelinen noktada İsrail’in tavrı ise yine klasik olduğu üzere, İran’ın nükleer silah edinmesi tehlikesine karşı askeri harekât dâhil olmak üzere tüm seçenekleri kullanabileceğidir.

ONE MINUTE!..

Bu noktada çelişkili olarak görülebilecek durum, “barış” ve “istikrar” vurgusunun temelde uluslararası aktörlerin ulusal çıkarlarını tatmine yönelik bir söylem ve diplomatik bir angajman olarak geliştiğidir.

Zira bu ülkeler, bugün bölgede ve dünyada barışa, refaha ve istikrara hangi katkıda bulunmaktadır?

Barış ve istikrar vurgusunda ne kadar samimidirler?

Batı’nın bugün “barış” ve “istikrar” amacıyla bölgede uyguladığı politikaların bölgede ne kadar barışçıl (!) bir ortama yol açtığı hepimizin malumudur.

Barış yerine savaş, istikrar yerine yıkımları bölgeye ve insanlığa durmadan armağan (!) eden Batı’nın ikiyüzlülüğü, Batı’nın bu tutumuna karşın “çadır”larında tepkisiz kalan Arap devletlerinin içinde bulunduğu ölüm sessizliği ve sürekli askeri seçenekleri masasından ayırmayan İsrail’in saldırgan tutumu bölgeyi, dünyayı ve insanlığı daha başka hangi karanlık dehlizlere götürecektir?

Nükleer müzakerelerde varılan uzlaşı, bugün Suriye, Irak ve şu anda Yemen örneklerinde olduğu gibi, İran’ın dış politikasında takip etmiş olduğu mezhepçilik görüşünü ne kadar “uzlaşılabilir” bir hale getirecektir?

Uluslararası ilişkilerin reel politik doğasında ve devletlerin sürekli çıkarlarını gerçekleştirmeye çalıştıkları realist sistemde insanlık SESSİZ ÇIĞLIKLAR atmaktadır…

Keşmir, Sudan, Nijerya, Doğu Türkistan, Afganistan, Irak, Suriye ve bugün YEMEN… İNSANLIK ÖLÜYOR…

Belki, “yarın hangi (Müslüman) ülkeye sıra gelecek” sorusunu sorarak, kaybettiğimiz vicdanımız ve insafımız ile İNSANLIĞIMIZ ÖLÜYOR…

Buraya kadar… Lütfen dağılalım hadi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doç. Dr. Yusuf Sayın Arşivi