İbrahim Çolak
İbrahim Çolak İnsan sevdiğine doymaz, şükreder.

İnsan sevdiğine doymaz, şükreder.

Dağlım, dağ çiçeğim.

Bazı insanlar sessizliklerinin veya uluorta yaşayışlarının içinde derinlikli bir sevgi büyüttüklerini düşünürler, ancak gel gör ki yine bu insanlara göre cümle âlemde sağırdır. İnsanın kendini kandırması kadar müzmin bir hastalık yoktur. Dönüp dolaşıp; -kendi hariç herkeste- suç, hata, eksik, günah görmek, çirkinlik alametidir. Şayet, bu ahlaka sahip insanlardan arkadaşın varsa –bütün bahaneler bahanedir sonuçta- bu insanlardan uzaklaşmalısın Dağlım.

İnsan, sabah bismillah ile ve umuda uyanmalı. Her şeye rağmen; olumsuzluklara, kasvete, ölümlere, hasretlere, mahcubiyetlere ve yenilgilere rağmen, bütün rağmenlere rağmen, her yeni gün bize verilmiş son bir imkân olabilir. Kıymet bilmek gerek. Günlerimiz sayılı, günlerimizi heba edemeyiz. Hızlı değil yavaş, hikmetin peşinde, kalbimizi dinleyerek, severek ve vererek yaşamanın yolunu bulmalı, umut olmalıyız. “Geçen gün ömürdendir.” Yedeği de yoktur.

Şair olmak isteyen bir bayan, Bukowski’ye mektup yazar ve yaklaşık şöyle der: “Üstat, stüdyo bir ev aldım, sabah güneşi ve gecenin mehtabını görüyorum. Şiir yazabilirim.” Bukowski’nin cevabı müthiştir: “Şiir için bunlara gerek yok. Dünya bombalarla dövülüyordur, mahzendesindir, bir kedi sırtına tırmanır ve yazarsın.”  Yaşamak için hep bir şeyler bekleyenlerden olmayalım Dağlım. Yaşamak en basit ve sıradan görünene hayretle bakabilmektedir. Hayretini, çocuksu merakını kaybetmeyesin isterim.

Sanırım modern çağla beraber artan bir durum. Artık her şey, ama her şey dilimizde, oysa bizler canlıyız, yaşıyoruz, yalnızca dilimizde olanlar yaşamaya dâhil olmadıkça bir anlamı da olmuyor. Dile getirdiğimiz her güzelliği önce biz yapmalıyız, aslında dile de getirmemeli, yapmalı ve ardımıza bakmadan yürümeye devam etmeliyiz. Okumakta olduğum kitapta Mevlana’dan bir hikâye: Mevlana eve gelir, yemek ister, evde yiyecek bir şey yok denir. Hamd eder, der ki, evimiz Peygamber evine benzedi. Bu cümleler bana tokat attı, kimseye sözüm yok Dağlım, gerçekten kimseye bir şey diyemem. Yılın üç yüz almış beş gününden kaç gün evimizde yemek pişirecek bir şey olmuyor diye soruyor ve geçiyorum.

Bazen bir konuşma kalır zihnimizde, oradan bir cümle, bir bakış, bir davranış… Sonra bir anda yazmaya duruyorum. O muhabbet çok uzaklar da kalmış olsa da. Mektubunu aldım. Cümlelerin duru. Sen güzelsin. Yüzün ile cümlelerin aynı ışıltıda, bu cümleden yola çıkarak ne çok yazabilirim. Yazmak da istemem, yaşamak isterim. 

Zaman yaralarımızı sarar, yaralarımızdan da hikmet devşirmek, yaralarımızdan nasiplenmek de bize kalmış. Hepimiz için, her ne yaşarsak yaşayalım, yaşamaya devam ediyorsak ki ediyoruz, iyi insanlar olma imkânımız vardır. Her şey nasiptir Dağlım, ancak çok zaman da şunu çok net görmüşümdür; başıma gelenleri, kendi seçtiğim yolun süreği olarak yaşadım, yaşıyorum. Bu duruma en güzel örnek de seni sevmem, sana hasret duymam ve şikâyet etmememdir. Yaşamayı külfet sayana göre yaşamak yanmaktır, oysa yaşamak nimettir ve çektiklerimizin toplamı ancak pişmekle anlamını bulur.

Sana yazmak için not aldığım şeylerin fazlalığına rağmen, yazacak fazla zamanım kalmadı. Yine yollara, beni sana getirmeyecek, dargın olduğum yollara düşeceğim Dağlım. Hızlıca yazayım, yazamadıklarım bir sonraki mektubuma kalsın.

Zahiri olarak bütün ihtimamıma, ikram ve sohbetime rağmen kaybetmelerimden sonra vardığım neticedir. Kalpler söze, yediğine içtiğine ve hatta sarılmaya değil başka şeye bakıyor; diğer kalbin söylediğine Dağlım.

Seni çok özlemişim de az bulmuşum diye düşünüyorum. Bu, göğsümde ateş taşımak gibi bir his. Olsun. Varsın olsun, razıyım senden, razıyım kaderimden.

İnanıyorum ve iman ediyorum ki Rabbimiz sorularımızı çalıştığımız yerden soruyor. Ben seni sevdim, seni hasrete, seni tebessüme, seni güzel olanlara bürüyerek, seni en çok da duama dâhil ederek sevdim. İnsan sevdiğine doymaz, şükreder. Şükrediyorum Dağlım.

Sevdiğim benim. Gönlüme sakladığım.

Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi