İlk Gülen Hasan Sabbah’mıydı ?
Hasan Sabbah… Bu ismi eminim çok duymuşsunuzdur. Fakat onun hakkında derinlere inildiğinde, tarihin unutulan kitaplarında kalmış çoğu isim gibi, onunda vücut değiştirip yeniden önümüze konulan birisi olduğunu fark edersiniz. Peki, biz neden anlamıyoruz tarihin tekerrür ettiğini? Şöyle söylemek gerekirse Hasan Sabbah’ı bilsek, ya da kendi tarihimizdeki her mevzuya mühim addederek baksak, tarih deyince her insanda geri kaçacak durumlar yaratmasak, emin olun aklı olan her vatan evladı yaşanacak olayları öngörebilirdi. Aslında ülkemizdeki bütün sorun burada başlıyor. Tarihimizi sevmek konusunda hep bir önyargımız var. Ama eminim ki biz yeni nesil tarihçiler bıkmadan gayret edersek, bizden sonraki nesil, tarihimizi en iyi şekilde öğrenip bir daha tekerrüre mahal bıraktırmayacaktır.
Şimdi gelelim Hasan Sabbah mevzusuna… Burada her ne kadar konuya etraflıca değinemesek de Hasan Sabbah ve Alamut döneminin en can alıcı mevzusu olan fedailer ve suikastlarını biraz anlatalım isterim.
Alamut’un fedaileri dailer tarafından özenle seçilen kişilerdi. Bu arada dai demek “davet yapan” demektir. Sabbah bu dailerini kendilerine adam çekebilmek için diğer memleketlere yollardı. İşte böylelikle dailer nerede bir fakir var, nerede bir inancı zayıf, çaresiz insan var, onları özenle seçer özellikle genç olanlarını fedai olarak tarikatlarına almaya çalışırdı. Gözlerine kestirdikleri gençlere kendilerini, İslamiyet’in vecibelerine uyan bir Müslüman gibi tanıtır, kendilerine inanan gençlere bir süre sonra iyimser bir tavırla kendi tarikatlarından bahsederek adeta büyülerlerdi. Sabırla kendi saflarına çektikleri gençleri artık Alamut’a götürerek dersler verip mükemmel şekilde suikastçı adayı yaparlardı. Profesyonel suikastçılar, iyi birer ideolojist de olunca, suikast yapmaya hazır fedailer olarak Sabbah’ın karşısına çıkarılırdı. Bu ritüel fedailer için tarif edilemez bir duygu tabii ki… Hemen Sabbah’ın eteklerini öperek icazet alırlar ve kimi öldüreceklerini öğrenirlerdi. Fedailerin en büyük özelliği suikastlarını hançerle yapmaları olsa gerek. Aslında zehirleme ya da okla öldürme sistemini kullanarak işlerini daha kolay bitirebilecekken kurbanlarına nefes mesafesinde yaklaşmaları insanlar da daha büyük korkular yaratıyordu. Suikastını yapan fedai neden yaptığını işi bitince bağıra bağıra söyleyerek korkusuzca hançerini sallardı. İnsan bu nasıl bir bağlılıktır diye sormaktan kendini alamıyor değil mi? Orada öleceğini bile bile bağırmak… Gözünüzde canlanmıştır o manzara. Meselenin gözünüzde daha iyi canlanması açısından en bilindik suikastları olan Vezir Nizamülmülk suikastı ile tasvir etmek doğru olur sanırım.
Nizamülmülk Alamut Kale’sindeki durumdan en çok rahatsızlık duyan devlet adamlarından birisi. Devlet içinde devlet olmayacağını söyleyerek Sultan’a Alamut’u bitirmeleri gerektiğini devamlı suretle ifade eder. Bu durumun farkında olan Sabbah’ta bir fedaisine Nizamülmülk’ü öldürmesi emrini verir. Günlerce suikast için hazırlanan, defahatle hançer saplama usulüne çalışan fedai Ebu Tahir Arrani, takıyye sistemi ile kılık değiştirip bir sufi gibi giyinerek, tahtırevanı ile saraya dönen Nizamülmülk’e yaklaşır ve bir arzuhal vereceğini söyleyerek belgeyi uzatır. Vezir tam belgeyi alacağı sırada bir hamleyle elindeki hançeri vezirin kalbine saplar. Kendince görevini tamamlayan fedai vezirin adamları tarafından öldürülür. Kendi canını bir hiç uğruna yok saymak sanırım okumaktan aciz, yalnızca kendine anlatılana inanan insanlarda görülen bir özellik olsa gerek. Ve maalesef bu cahil fedailer yıllarca böyle birçok suikast yapmışlardır.
Bende bugünden itibaren kalemim yettiğince sizlere bu ve buna benzer meseleleri aktaracağım.